İ’lemEyyühe’l-Aziz!
dünyada cereyan eden ve husule gelen her bir şeyin
iki vechi vardır:
•
Biri
ahirete bakar ki, nefsü’l-emirde en sabit, en ağır
bu vecihtir.
•
İkincisi
dünyaya, nefsine ve hevaya bakar. Bu vecih,
hakaret, hiffet ve zevalden öyle bir mevkidedir ki, kalbin
teessürüne, teellümüne, ıztırabına, düşüncelerine bais
olacak bir kıymette değildir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
İnsanların öyle eblehleri vardır ki, şeffaf bir zerrede
şemsin timsalini veya bir çiçeğin renginde şemsin tecel-
lisini görse, şemsin o timsal ve tecellisinden hakikî şem-
sin bütün levazımatını hatta âleme merkez olmasını ve
seyyarata olan cezbini talep edip isterler. Maahaza, o
zerrede veya o çiçekte gördüğü timsal ve tecellinin bir
arızadan dolayı kayboldukları zaman, basar ve basireti-
nin körlüğü dolayısıyla, hakikî şemsin inkârına zehap
ederler.
Ve keza, o eblehler tecelli ile husule gelen vücud-i zıl-
lîyi vücud-i hakikî ve aslîden fark edemezler, birbiriyle il-
tibas ederler. Bunun için, bir şeyde şemsin timsalini, göl-
gesini gördükleri zaman, şemsin hararetini, ziyasını ve
sair hususiyatını da istemeye başlarlar.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âlem:
dünya, cihan; bütün yaratıl-
mışlar.
bais:
sebep olan.
basar:
görme.
basiret:
kalp gözüyle görme, doğ-
ru ve ölçülü görüş.
cereyan:
olma, meydana gelme.
cezp:
kendine doğru çekme, çekil-
me.
ebleh:
pek akılsız, ahmak, aptal,
bön, alık, budala.
hakaret:
hakirlik, hor görme, in-
citme, küçük düşürme.
hakikî:
gerçek.
hararet:
sıcaklık.
heva:
istek, arzu, nefse ait olan
şeylere düşkünlük, nefsin zararlı
ve günah olan arzuları.
hiffet:
temkinsizlik, ciddiyetsizlik,
hoppalık.
husul:
olma, meydana gelme.
hususiyat:
ayırıcı özellikler.
ıztırap:
üzüntü veren bir duru-
mun meydana getirdiği kuvvetli
acı, aşırı elem, azap, sıkıntı.
h
uBaB
| 168 | Mesnevî-i nuriye
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki!.
iltibas:
birbirine benzeyen
şeyleri şaşırıp karıştırma, biri-
sini öteki zannetme.
inkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kıymet:
değer.
levazımat:
lüzumlu maddeler,
ihtiyaç maddeleri.
maahaza:
bununla birlikte,
böyle olmakla beraber.
mevki:
yer, makam.
nefis:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan, hayırlı işlerden
alıkoyan güç.
nefsü’l-emir:
işin hakikati, as-
lı.
sabit:
durağan, değişmeyen.
sair:
diğer, başka, öteki.
seyyarat:
gezegenler.
şeffaf:
saydam.
şems:
güneş.
talep:
isteme, dileme.
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme.
teellüm:
elemlenme, tasalan-
ma, dertlenme, üzüntü duy-
ma.
teessür:
kederlenme, üzülme,
acı duyma.
timsal:
örnek, numune.
vecih:
cihet, yön.
vücud-i hakikî:
gerçek vücut.
vücud-i zıllî:
gölgemsi varlık;
yansıma ile elde edilen varlık.
zehap:
bir fikre veya zanna
kapılma.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
zeval:
aşağı düşme, alçalma,
iyi hâlden kötü hale düşme,
düşkünlük.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.