tahripkârâne iş ise; bu kadar rahnelere maruz kalan İs-
lâm, zaten muhtaç değildir.
Tasian
: sizin bu İstiklâl Harbindeki muzafferiyetinizi
ve âlî hizmetinizi takdir eden ve sizi canüdilden seven,
cumhur-i mü’minîndir ve bilhassa tabaka-i avamdır ki,
sağlam Müslümanlardır; sizi ciddî sever ve sizi tutar ve si-
ze minnettardır ve fedakârlığınızı takdir ederler. Ve inti-
baha gelmiş en cesim ve müthiş bir kuvveti size takdim
ederler. siz dahi, evamir-i kur’âniyeyi imtisal ile onlara
ittisal ve istinat etmeniz maslahat-ı İslâm namına zarurî-
dir. Yoksa İslâmiyetten tecerrüt eden bedbaht, milliyet-
siz, Avrupa meftunu Frenk mukallitleri avam-ı Müslimî-
ne tercih etmek, maslahat-ı İslâm’a münafi olduğundan,
âlem-i İslâm nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasın-
dan istimdat edecek.
Aşiren
: Bir yolda dokuz ihtimal-i helâket, tek bir ihti-
mal-i necat varsa, hayatından vazgeçmiş mecnun bir ce-
sur lâzım ki, o yola sülûk etsin. Şimdi, yirmi dört saatten
bir saati işgal eden farz namaz gibi zaruriyat-ı diniyede
yüzde doksan dokuz ihtimal-i necat var. Yalnız gaflet ve
tembellik haysiyetiyle, bir ihtimal zarar-ı dünyevî olabilir.
Hâlbuki, feraizin terkinde doksan dokuz ihtimal-i zarar
var. Yalnız gaflet ve dalâlete istinat, tek bir ihtimal-i ne-
cat olabilir. Acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve
feraizin terkine ne bahane bulunabilir? Hamiyet nasıl
müsaade eder?
Mesnevî-i nuriye | 161 |
h
uBaB
ihtimali, yıkılma, zarar görme ihti-
mali.
ihtimal-i necat:
kurtuluş ihtimali,
kurtulma ihtimali.
ihtimal-i zarar:
zarar ihtimali.
imtisal:
emre tamamen uyma,
gerekeni yapma, alınan emre bo-
yun eğme.
intibah:
uyanıklık.
istiklâl Harbi:
Kurtuluş Savaşı.
istimdat:
medet dileme, imdat is-
teme, yardıma çağırma.
istinat:
dayanma, güvenme; delil
olarak kabul etme.
işgal:
meşgul etme; tutma.
ittisal:
bitişme, birleşme.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri al-
tında bulunma.
maslahat-ı islâmiye:
İslâmın ya-
rarına olan, Müslümanların güven-
liği ve kurtuluşuna ait.
mecnun:
çılgın, deli.
meftun:
tutkun, müptelâ, aşırı
bağlanmış.
minnettar:
bir iyiliğe karşı teşek-
kür duygusu içinde olan.
mukallit:
taklitçi, taklit eden, baş-
kasına özenerek onun gibi olma-
ya çalışan.
muzafferiyet:
muzafferlik, üstün-
lük, düşmana üstün gelme, galibi-
yet.
münafi:
zıt, aykırı.
müsaade:
izin.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
nam:
ad.
nazar:
bakış, dikkat.
rahne:
zarar, ziyan; gedik, yara.
sülûk:
bir yola girme, bir yol tut-
ma.
tabaka-i avam:
avam tabakası,
halktan ilmi irfanı kıt olanların ta-
bakası, halk.
tahripkârâne:
yıkıcı şekilde.
takdim:
arz etme, sunma.
takdir:
kıymet verme, beğenme.
tasian:
dokuzuncu olarak, doku-
zuncu derece, dokuzuncusu.
tecerrüt:
soyunma, soyutlanma,
uzak olma.
zarar-ı dünyevî:
dünyaya ait
maddî zarar.
zarurî:
zorunlu.
zaruriyat-ı diniye:
dince yapılma-
sı mecburî olan işler.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
aşiren:
onuncu olarak, onun-
cu derecede.
avam-ı Müslimîn:
Müslüman-
ların avam tabakası, Müslü-
manların avam olanları.
bahane:
yalandan özür, asıl
sebebi gizlemek için ileri sürü-
len uydurma sebep.
bedbaht:
bahtsız, tâli’siz, za-
vallı.
bilhassa:
özellikle.
canüdil:
içten gelerek, gönül-
den.
cesim:
iri, büyük, kocaman.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
cumhur-i mü’minîn:
mü’min-
lerin umumu, Allah’a iman
edenler.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak.
evamir-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
emirleri.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
feraiz:
farzlar.
Frenk:
Avrupalı, Fransız.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesiz-
lik, Allah’tan uzaklaşıp nefsin
arzularına dalmak.
hamiyet:
insanda bulunan
din, millet, bayrak, vatan gibi
mukaddes değerler ile kendi
aile ve yakınlarını koruma
duygusu ve gayreti.
haysiyet:
itibar, kıymet, de-
ğer.
ihmal:
boşlama, önemseme-
me.
ihtimal:
olabilirlik.
ihtimal-i helâket:
yok olma