ihtiyaca göre, in’am edenin iradesiyle, bedeninde intişar
eder.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Herhangi bir şeyin sonu ve ahiri intizam ve güzellikçe
evvelinden aşağı olmadığı gibi, zahiri ve sureti de sanat
ve hikmetçe bâtınından güzel değildir. öyle ise, eşyanın
iç yüzlerini ve nihayetlerini sahipsiz zannedip, tesadüfle-
re havale etme. Çiçekle, çiçekten çıkan semeredeki
eser-i sanat ve hikmet; çekirdekle, çekirdekten çıkan fi-
lizin eser-i sanat ve nakşından aşağı değildir. Binaena-
leyh, sâni-i zülcelâl, hem
Evvel’
dir, hem
Ahir
; hem
Za-
hir’
dir, hem
Bâtın
.
(1)
o
º«/
?n
©r
dG o
™«/
ª°s
ùdG n
ƒo
gn
h
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
kur’ân’ın i’cazı tahrifine bir seddir. evet, madem
kur’ân mu’cizedir; beşer onun taklidini yapamaz. Ayet-
leri başka kelâmlar ile tebdil edilmekle, tahrif ve tağyiri
mümkün değildir. Çünkü, müfessir, müellif, mütercim
muharref üslûplarını, kisvelerini âyâtın kisvesiyle iltibas
ettiremezler. Ayetlerde i’caz damgası vardır. o damga-
nın altında olmayan kelâmlar, ayet addedilemez. öyle
ise, i’caz tahrif ve tağyiri kabul etmez.
addetmek:
saymak, öyle kabul
etmek.
Ahir:
her şeyden sonra da var
olan, varlıkların sonrasına da hâ-
kim olan Allah.
ahir:
son.
âyât:
Kur’ân ayetleri.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
Bâtın:
bütün varlıkların içini yara-
tan ve dâhiline hükmeden Allah.
bâtın:
görünmeyen taraf, iç kısım.
beşer:
insan, insanlık.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
eser-i sanat:
sanat eseri, sanat
değeri olan eser.
evvel:
her şeyden önce var olan
ve yaratıkların önceki hâllerine de
hükmeden Allah.
evvel:
önce.
filiz:
ağaç ve çiçek fidanı, taze sür-
gün.
havale:
bir şeyi başkasının üstü-
ne bırakma.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
i’caz:
mu’cizelik, insanların benze-
rini yapmaktan âciz kaldıkları şe-
yi yapmak.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!.
iltibas:
karıştırmak.
in’am:
nimet verme, nimetlendir-
me, ihsan etme.
intişar:
yayılma, dağılma, neşro-
lunma.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için
olan iktidar, güç.
kelâm:
söz, lâfız.
kisve:
elbise, kılık.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
madem:
...–den dolayı, böyle ise.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların âciz kaldığı şey.
muharref:
tahrif edilmiş, de-
ğiştirilmiş, asıl manasından
uzaklaştırılmış.
müellif:
eser telif eden, yazan.
müfessir:
Kur’ân-ı Kerîm’in
metnini tefsir, şerh ve izah
eden İslâm âlimi.
mütercim:
tercüme eden, bir
dilden başka bir dile çeviren,
tercüman, çevirmen.
nakış:
işleme, süsleme.
nihayet:
son.
sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi ve her şeyi sanatla
yaratan Allah.
semere:
meyve, yemiş.
set:
engel, mâni.
suret:
biçim, görünüş.
tağyir:
başkalaştırma, değiş-
tirme.
tahrif:
bir metni ilâve ve çı-
karmalarla, farklı manaya ge-
lecek şekle sokma.
tebdil:
değiştirme, dönüştür-
me.
tesadüf:
rastlantı, bir şeyin
kendiliğinden meydana gel-
mesi.
üslûp:
bir eserin şekil ve ifade
yönü.
Zahir:
bütün varlıkların dış yü-
zünü yaratan ve dışına da
hükmeden” manasında Al-
lah’ın ismi.
zahir:
dış yüz, görünüş.
1.
O her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla bilendir. (Bakara Suresi: 137.)
h
uBaB
| 152 | Mesnevî-i nuriye