Mesnevi-i Nuriye - page 145

İkincisi:
dinin zaruriyatı ki, içtihat onlara giremez;
çünkü kat’î ve muayyendirler. Hem, o zaruriyat kut ve
gıda hükmündedirler, şu zamanda terke uğruyorlar ve te-
zelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti onların ika-
mesine ve ihyasına sarf etmek lâzım gelirken, İslâmiye-
tin nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı safiyâne ve
halisânesiyle bütün zamanların hacatına dar gelmeyen
efkârları olduğu hâlde, onları bırakıp heveskârâne yeni
içtihatlar yapmak, bid’atkârâne bir hıyanettir.
Üçüncüsü:
Her zamanın insanlarınca kıymetli addedi-
lerek efkârı celp eden cazibedar bir meta merguptur.
Meselâ, bu zamanda en rağbetli, en iftiharlı, siyasetle iş-
tigal ve dünya hayatını temin etmektir. selef-i salihîn as-
rında ve o zaman çarşısında en mergup meta, Hâlık-ı
semavat ve Arz’ın marziyatlarını ve bizden arzularını ke-
lâmından istinbat etmek ve nur-i nübüvvet ve kur’ân ile
kapatılmayacak derecede açılan ahiret âlemindeki saa-
det-i ebediyeyi kazandırmak ve vesailini elde etmek idi.
Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalbler, ruhlar
marziyat-ı İlâhiyeyi bilmek ve öğrenmeye müteveccih idi.
Bunun için, istidat ve iktidarı olanlar o zamanlarda vuku-
a gelen bütün ahval ve vukuat ve muhaverattan ders al-
makla, içtihatlara zemin teşkil eden yüksek istidatlar vü-
cuda gelirdi. Şimdi ise fikir ve kalblerin teşettütü, inayet
ve himmetlerin zaafiyeti, insanların siyaset ve felsefeye
iptilâ ve rağbetleri yüzünden bütün istidatlar fünun-i hâ-
zıra ve hayat-ı dünyeviyeye müteveccihtir. Ahkâm-ı dini-
yeye sarf edilecek müstakim bir içtihat yoktur.
Mesnevî-i nuriye | 145 |
h
uBaB
ihya:
canlandırma, diriltme, hayat
verme.
ikame:
oturtma, yerleştirme.
iktidar:
güç yetme, bir işi gerçek-
leştirmek için gereken kuvvet.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
iptilâ:
iyi veya kötü bir şeye olan
aşırı düşkünlük, tiryakilik.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istinbat:
bir söz veya işten gizli bir
mana çıkarma.
iştigal:
bir işle uğraşma, meşgul
olma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kelâm:
İlâhî söz, İlâhî emir, vahiy.
kut:
yiyecek, rızık.
marziyat:
razı olunacak şeyler, Al-
lah’ın rızasına dair olanlar, Allah’ın
rızasına mazhar olacak hâl ve ha-
reketler.
marziyat-ı ilâhiye:
Allah’ın rızası-
na uygun işler, Allah’ın hoşnut ol-
masına sebep olan şeyler.
mergup:
rağbet edilen, beğenil-
miş, çok kıymet verilen.
meselâ:
örneğin.
meta:
mal, servet; geçici dünya
zevki.
muayyen:
belirli.
muhaverat:
muhavereler, karşı-
lıklı konuşmalar.
müstakim:
doğru.
müteveccih:
bir cihete dönen, yö-
nelen.
nazariyat:
nazariyeler, ilmî görüş-
ler, düşünceler, teoriler.
nur-i nübüvvet ve Kur’ân:
Kur’ân
ve peygamberlik nuru.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
sarf:
harcama.
selef:
geçmiş İslâm âlimleri.
selef-i salihîn:
Ehl-i Sünnet ve Ce-
maatin ilk rehberleri ve Ashap ile
Tabiînin ileri gelenleri ile Tebe-i
Tâbiînden olan Müslümanlar.
teşettüt:
dağınık olma, perişani-
yet.
teşkil:
oluşturma, şekillendirme.
tezelzül:
sarsıntı.
vesail:
vesileler, sebepler.
vuku:
olma, gerçekleşme, meyda-
na gelme.
vukuat:
vuku bulan şeyler, hâdi-
seler, olaylar.
zaafiyet:
zayıflık, güçsüzlük, der-
mansızlık.
zaruriyat:
dinin inanılması zorun-
lu olan ve İslâmın esasını teşkil
eden hususlar.
zemin:
temel dayanak.
addetmek:
saymak, öyle ka-
bul etmek.
ahkâm-ı diniye:
dine ait hü-
kümler, dinle ilgili hükümler.
ahval:
hâller, durumlar.
asır:
yüzyıl.
bid’atkârâne:
dinde olmayanı
dine mal etmeye çalışarak.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
efkâr:
düşünceler, fikirler, gö-
rüşler.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
fünun-i hâzıra:
günümüz fen
ilimleri, zamanımız fenleri.
hacat:
hacetler, ihtiyaçlar.
Hâlık-ı semavat ve Arz:
gök-
leri ve yeri yaratan, yoktan
var eden Allah.
halisâne:
temiz kalplilikle, sa-
mimî bir şekilde, sırf Allah rı-
zasını gözeterek.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
heveskârâne:
hevesli bir şe-
kilde.
hıyanet:
hainlik, kendine olan
güveni kötüye kullanma.
himmet:
çalışma, çabalama,
gayret gösterme, emek sarf
etme.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
içtihadat-ı safiyâne:
samimî
ve safî bir inanç ve kanaatle
yapılan içtihatlar.
içtihat:
din âlimlerinin şer’î
esaslar dâhilinde Kur’ân ve
sünnete uygun şekilde bir ko-
nuda fikir ortaya koymaları,
hüküm vermeleri.
iftihar:
gurur, övünme.
1...,135,136,137,138,139,140,141,142,143,144 146,147,148,149,150,151,152,153,154,155,...528
Powered by FlippingBook