İ’lemEyyühe’l-Aziz!
kâfirlerin Müslümanlara ve ehl-i kur’ân’a düşman ol-
maları küfrün iktizasındandır. Çünkü, küfür imana zıttır.
Maahaza, kur’ân, kâfirleri ve âbâ ve ecdatlarını idam-ı
ebedî ile mahkûm etmiştir.
Binaenaleyh, Müslümanlarla ülfet ve muhabbetleri
mümkün olmayan kâfirlere muhabbet boşa gidiyor. on-
ların muhabbetiyle karşılaşılamaz, onlardan medet bek-
lenilemez. Ancak
(1)
o
?«/
cn
ƒr
dG n
ºr
©p
fn
h *G Én
æ`o
Ѱr
ùn
M
diye, Cenab-ı
Hakka iltica etmek lâzımdır.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
kâfirlerin medeniyeti ile mü’minlerin medeniyeti ara-
sındaki fark:
Birincisi medeniyet libasını giymiş korkunç bir vahşet-
tir; zahiri parlıyor, bâtını da yakıyor; dışı süs, içi pis; su-
reti me’nus, sîreti makus bir şeytandır. İkincisi, bâtını
nur, zahiri rahmet, içi muhabbet, dışı uhuvvet, sureti mu-
avenet, sîreti şefkat, cazibedar bir melektir.
evet, mü’min olan kimse, iman ve tevhid iktizasıyla
kâinata bir mehd-i uhuvvet nazarıyla baktığı gibi; bütün
mahlûkatı, bilhassa insanları, bilhassa İslâmları birbiriyle
bağlayan ip de ancak uhuvvettir. Çünkü, iman bütün
mü’minleri bir babanın cenah-ı şefkati altında yaşayan
kardeşler gibi kardeş addediyor.
Mesnevî-i nuriye | 143 |
h
uBaB
imansızlık.
libas:
elbise.
maahaza:
bununla birlikte, böyle
olmakla beraber.
mahkûm:
kendine hükmolunan,
hükümlü.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah tara-
fından yaratılanlar.
makus:
tersine dönmüş, başaşağı
olmuş.
medeniyet:
ilim, teknik, sanayi ve
ticaretin nimetlerinden gerçek an-
lamda yararlanarak, bolluk, gü-
venlik ve rahatlık içinde yaşayış.
medet:
inayet, yardım, imdat.
mehd-i uhuvvet:
uhuvvet beşiği,
kardeşlik yeri.
me’nus:
alışılmış, ünsiyet edilmiş,
sevimli.
muavenet:
yardım, yardımlaşma.
muhabbet:
sevgi, sevme.
mü’min:
iman eden, inanan.
nazar:
bakış, bakış açısı.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
rahmet:
şefkat, merhamet, bağış-
lama ve esirgeyicilik.
sîret:
iç yüz, manevî durum, ahlâk
ve karakter.
suret:
biçim, görünüş.
şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna inan-
ma, birleme.
uhuvvet:
kardeşlik, din kardeşliği.
ülfet:
alışma, kaynaşma, dostluk.
vahşet:
yabanî ve vahşi olan şey,
medeniyetin zıddı.
zahir:
dış yüz, görünüş.
aba:
babalar, pederler.
add:
saymak, öyle kabul et-
mek.
bâtın:
iç, iç yüz, iç kısım.
bilhassa:
özellikle.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
cenah-ı şefkat:
şefkat ve
merhamet kanadı.
ecdat:
dedeler, büyük baba-
lar, atalar.
ehl-i Kur’ân:
Kur’ân ehli,
Kur’ân’a inanıp ona uyanlar.
idam-ı ebedî:
dirilmemek
üzere yok oluş, ahiret inancı
olmadığı için ölümü ebedî
yokluğa gitmek olarak görme.
iktiza:
gerektirme, lüzumlu
kılma.
i’lem eyyühe’l-aziz:
Ey aziz
kardeşim, bil ki!.
iltica:
sığınma, güvenme, da-
yanma.
iman:
inanma, itikat.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti in-
kâr eden, dinsiz.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e in-
dirilmiş, semavî kitapların so-
nuncusu.
küfür:
Allah’ın varlığına, birli-
ğine inanmama, müşriklik,
1.
Allah bizlere yeter, O ne güzel vekildir. (Al-i İmran Suresi: 173.)