Mevcudatın faili, yani eşyayı vücuda getiren, ya vacip
ve vahittir veyahut da mümkin ve kesîrdir. Fail, vacip ve
vahit olduğu takdirde, ne külfet var, ne de garabet var;
olsa bile, vehmî olur. esbaba isnat edildiği takdirde, kül-
fet ve garabet vehmîlikten çıkar, kat’î ve hakikî bir şekil-
de tahakkuk eder. Çünkü, kusur ve zaafiyetten hâlî ol-
mayan esbab-ı kesîreden hiçbir sebep, bir müsebbebi
omzuna kaldıramaz. Ve bir şeyin icadında gayr-i müte-
nahi esbabın iştiraki lâzımdır. Meselâ, bal arısı her şeyle
alâkadar olduğundan, eğer icadı esbaba isnat edilirse, se-
mavat ve arzın iştirakleri lâzımdır.
Maahaza, kesretin vahitten sudûru, vahidin kesretten
sudûru kadar zahmet değildir, daha kolaydır. Meselâ, bir
kumandanın efrad-ı kesîreye verdiği intizam ve yaptırdı-
ğı işleri o efrad-ı kesîre kendi başlarına büyük bir müşkü-
lâttan sonra yapabilirler.
Maahaza, icadın esbaba isnadında lâyüad külfet, gara-
bet olmakla beraber, pek çok muhalâta zemin teşkil edi-
yor:
1.
Her bir zerrede Vacibü’l-Vücud’un sıfatlarının farzı
lâzımdır.
2.
Ulûhiyette gayr-i mütenahi şeriklerin iştiraki lâzım
gelir.
3.
Her bir zerrenin hem hâkim, hem mahkûm olma-
sı lâzım gelir-kubbeli binalarda birbirine dayanmakla düş-
mekten kurtulan taşlar gibi.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
arz:
yer, dünya.
efrad-ı kesîre:
çok kişiler.
esbab-ı kesîre:
pek çok sebepler.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fail:
fiili işleyen, yapan, tesir eden.
garabet:
anormallik, tuhaflık.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, sonu ol-
mayan, nihayetsiz.
hakikî:
gerçek.
hâkim:
hükmeden.
hâlî:
bir şeyden uzak, müstesna.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
isnat:
dayandırma, mal etme, bir
şeyi bir kimseye ait gösterme.
iştirak:
katılma, ortak olma.
kasîr:
çok, çok olan.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kesret:
çokluk.
kumandan:
komutan.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
külfet:
zahmet, sıkıntı.
lâyüad:
sayısız, pek çok.
maahaza:
bununla birlikte, böyle
olmakla beraber.
h
uBaB
| 148 | Mesnevî-i nuriye
mahkûm:
kendine hükmolu-
nan, hükümlü.
meselâ:
örneğin.
mevcudat:
mevcutlar, var
olan her şey, mahlûklar.
muhalât:
muhaller, olması
mümkün olmayanlar.
mümkin:
mümkün, olabilir
olanlar, yaratılanlar.
müsebbep:
sebep olarak or-
taya konulmuş olan, sebep
olunarak meydana getirilen.
müşkülât:
müşküller, güçlük-
ler, zorluklar.
semavat:
semalar, gökler.
sıfat:
vasıf, nitelik.
sudûr:
sâdır olma, meydana
çıkma, çıkma, olma.
şerik:
ortak.
tahakkuk:
gerçekleşme, ke-
sinleşme.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allah’ın hâki-
miyeti ile kâinattaki her şeyi
kendisine ibadet ve itaat ettir-
mesi.
vacibü’l-vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vacip:
zorunlu.
vahit:
zatında ve sıfatlarında
tek ve yegâne olan.
vehmî:
vehimle ilgili, aslında
var olmadığı hâlde varmış gi-
bi görülen her hangi bir şeye
ait.
zaafiyet:
zayıflık.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
zemin:
temel dayanak.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.