Dördüncüsü:
İçtihat kapısından İslâmiyete girip mesa-
ilini genişlendirmeye meyleden adamın maksadı, zaruri-
yata imtisalle takva ve kemale mazhariyet ise güzeldir.
Amma zaruriyatı terk ve hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uh-
reviyeye tercih eden adam ise, onun içtihada meyli,
meylü’t-tahriptir, tekliften çıkıp kaçmak için bir yol bul-
maktır.
Beşincisi:
Her şeyin, her hükmün vücuda gelmesi bir
illete binaen olduğu gibi, bir maslahata dahi tâbidir.
Fakat, maslahat illet değildir, ancak tercih edici bir
hikmettir.
Bu zamanın efkârı, bizzat saadet-i dünyaya mütevec-
cihtir. Şeriatın nazarı ise, bizzat saadet-i uhreviyeye mü-
teveccih olup, bittabi dünyaya da nazırdır; çünkü, dünya
ahirete vesiledir.
Umumî bir beliyye olan ve nâsın ona müptelâ olduğu
çok işler vardır ki, zaruriyattan olmuştur. o gibi işler sû-i
ihtiyâr ile gayrimeşru meyillerden doğmuş oldukların-
dan, mahzuratı ibahe eden zaruriyattan değildir. Ve ruh-
sat ve müsaade-i şer’iyenin şümulüne dâhil olamazlar.
Meselâ, bir adam sû-i ihtiyârıyla haram bir tarzda kendi-
ni sarhoş etse, hâl-i sekirde yaptığı tasarrufatta mazur
olamaz. Bu zamanda bu gibi içtihatlar, semavî değil,
ancak arzî içtihatlardır. Bu gibi içtihatlar ile Hâlık-ı se-
mavat ve Arz’ın hükümlerinde yapılan tasarrufat mer-
duttur. Meselâ, bazı gafiller hutbenin türkçe okunması-
nı istihsan ediyorlar ki, halkın bilhassa siyasî ahvalden
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
ahval:
hâller, durumlar.
arzî:
dünya ile ilgili, dünya işlerine
ait.
beliyye:
felâket, musibet.
bittabi:
tabiatıyla, doğal olarak;
bir şeyin yaratılışının sonucu ola-
rak.
efkâr:
düşünceler, fikirler, görüş-
ler.
gafil:
gaflette bulunan, endişesiz,
nefsine uyarak Allah’ın emirlerini
unutan.
gayrimeşru:
meşru olmayan, di-
ne aykırı, kanunsuz.
Hâlık-ı semavat ve Arz:
gökleri
ve yeri yaratan, yoktan var eden
Allah.
hâl-i sekir:
sarhoşluk hâli, duru-
mu.
haram:
İslâmiyetçe yasaklanan iş-
ler.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya ait
olan hayat.
hayat-ı uhreviye:
uhrevî hayat,
ahirete ait olan hayat.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
hüküm:
emir, buyruk.
ibahe:
mübah kılma, bir şeyi ha-
ram olmaktan çıkarak serbest bı-
rakılması.
içtihat:
din âlimlerinin şer’î esas-
lar dâhilinde Kur’ân ve sünnete
uygun şekilde bir konuda fikir or-
taya koymaları, hüküm vermele-
ri; hüküm çıkarma ve ortaya koy-
ma.
illet:
sebep.
imtisal:
emre tamamen uyma,
gerekeni yapma, alınan emre bo-
yun eğme.
istihsan:
güzel bulma, beğenme.
kemal:
olgunluk, mükemmellik,
kusursuz, tam ve eksiksiz olma.
mahzurat:
mahzurlar, sakıncalar.
yasaklar, mâniler, haram şeyler.
maksat:
gaye.
maslahat:
fayda, maksat.
mazhariyet:
nail olma, şereflen-
me.
mazur:
özürlü, özrü olan.
merdut:
reddedilmiş, geri çevril-
miş.
mesail:
meseleler.
meselâ:
örneğin.
meyil:
bir tarafa doğru eğilme, yö-
nelme.
meylü’t-tahrip:
bozma, yıkma is-
teği, tahrip arzusu.
müptelâ:
tutkun, bir şeye düşkün
ve tutulmuş olan.
h
uBaB
| 146 | Mesnevî-i nuriye
müsaade-i şer’iye:
şeriatın
verdiği izin.
müteveccih:
teveccüh eden,
bir tarafa, bir cihete dönen,
yönelen.
nâs:
insanlar.
nazar:
bakış, bakış açısı.
nazır:
nazar eden, bakan.
ruhsat:
mevcut bir dinî hük-
mün özür sebebiyle belirli
şartlar altında genişletilmesi
veya kolaylaştırılması.
saadet-i dünya:
dünya mut-
luluğu.
saadet-i uhreviye:
ahiretle il-
gili saadet, ahiretteki mutlu-
luk.
semavî:
dinî meseleler, dinin
esaslarına dair hususlar.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete
ait.
sû-i ihtiyar:
kötü seçim, seç-
menin fenalığı.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi; İslâm
dini.
şümul:
içine alma, kapsam.
tâbi:
bir şeye uyan.
takva:
Allah korkusuyla dinin
yasak ettiği şeylerden kaçın-
ma, Allah’ın emirlerini tutup
azabından korunma.
tarz:
biçim, şekil.
tasarrufat:
tasarruflar, idare
etmeler.
teklif:
Allah’ın, insanları emir
ve yasaklarına uygun hareket
etmekle vazifelendirmesi.
umumî:
genel.
vesile:
aracı, vasıta.
zaruriyat:
dinin inanılması zo-
runlu olan ve İslâmın esasını
teşkil eden hususlar.