Binaenaleyh, bir mesele-i imaniyenin nefyi hakkında
ehl-i dalâletin ittifakları, haber-i vahit hükmündedir, tesi-
ri yoktur. Amma, ehl-i hidayetin mesail-i imaniyede olan
sözleri, her birisi ötekisine yardımcıdır, takviye eder.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!(EyAzizKardeşim
Bilki!)
Bir küll ne şeye muhtaç ise, cüz’ü de o şeye muhtaç-
tır. Meselâ, bir şecerenin meydana gelmesi için ne lâzım
ise, bir semerenin vücuduna da lâzımdır. öyle ise, seme-
renin hâlıkı, şecerenin de hâlıkı o oluyor. Hatta, arzın ve
şecere-i hilkatin de hâlıkı, o hâlık olacaktır.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
İki tarafı birbirinden gayet uzak bir mesele var ki, her
bir tarafı bir çekirdek gibi sümbül vermiş, ağaç olmuş,
dal budak salmış. Böyle bir mesele üzerine, şükûk ve ev-
hamın konmaması lâzımdır. Çünkü, bir çekirdek diğer
bir çekirdekle, çekirdek olarak toprak altında kaldıkları
müddetçe, iltibas edilebilir. Amma, ağaç olduktan, mey-
ve verdikten sonra şek edersen, bütün meyveler senin
aleyhinde şahadet ederler. eğer, “Bu başka bir çekirdek-
tir” diye tevehhüm etsen, o ağacın bütün meyveleri seni
tekzip ederler. elma ağacına inkılâp etmiş bir çekirdeği,
hanzale ağacının çekirdeği farz etmek, sana müyesser
olmaz. Ancak tevehhümle veya bütün elmaların hanza-
leye tebdil edilmiş olmasıyla mümkündür ki, bu da mu-
haldir.
aleyh:
karşı, karşıt.
amma:
ama, lâkin, ancak.
arz:
yer, dünya.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cüz:
parça.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimseler.
ehl-i hidayet:
hidayette ve doğru
yolda olanlar, hidayete erişmiş
kimseler.
evham:
vehimler, zanlar, kuruntu-
lar.
farz:
bir netice elde etmek için
gerçek olarak kabul edilen bir tah-
minde bulunma.
gayet:
son derece.
haber-i vahit:
bir tek kişinin ha-
ber vermesi.
hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden.
hanzale:
zakkumî, zakkum ağacı,
ebucehil karpuzu, acı hıyar.
h
uBaB
| 136 | Mesnevî-i nuriye
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki!.
iltibas:
birbirine benzeyen
şeyleri şaşırıp karıştırma, biri-
sini öteki zannetme.
inkılâp:
bir hâlden başka bir
hale geçme, değişme, dönüş-
me.
ittifak:
birleşme, fikir birliği et-
me.
küll:
bütün, bir şeyin tamamı.
mesail-i imaniye:
imanî me-
seleler.
meselâ:
örneğin.
mesele:
halledilmesi güç,
önemli konu.
mesele-i imaniye:
imanî me-
sele, imanla ilgili mesele.
muhal:
imkânsız.
müddet:
süre, zaman.
müyesser:
kolay olan, kolay
gelen.
nefiy:
inkâr etme, olumsuzla-
ma.
semere:
meyve, yemiş.
şahadet:
şahit olma, şahitlik;
açık alâmet, işaret.
şecere:
ağaç.
şecere-i hilkat:
yaratılış ağa-
cı.
şek:
şüphe, zan, tereddüt.
şükûk:
şekler, şüpheler.
takviye:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma, teyit ve tasdik
etme.
tebdil:
değiştirme, başka bir
hale getirme.
tekzip:
yalanlama, yalan oldu-
ğunu söyleme.
tesir:
etki.
tevehhüm:
vehimlenme, yok
olanı var zannetmekle ümit-
sizliğe ve korkuya düşme.