Mesnevi-i Nuriye - page 137

Binaenaleyh, nübüvvet öyle bir çekirdektir ki, İslâmi-
yet şeceresi, bütün semeratıyla, çiçekleriyle o çekirdek-
ten çıkmıştır. kur’ân dahi, seyyar yıldızları ismar eden
şems gibi, İslâmiyetin on bir rüknünü intaç etmiştir. Aca-
ba, bu cihanbaha semerelere bakıp gördükten sonra, çe-
kirdeğinde şüphe ve tereddüt yeri kalır mı? Hâşâ!
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
tavus kuşu gibi pek güzel bir kuş, yumurtadan çıkar,
tekâmül eder, semalarda tayerana başlar. Afak-ı âlemde
şöhret kazandıktan sonra, yerde kalan yumurtasının ka-
buğu içerisinde o kuşun güzelliğini, kemalâtını, terakki-
yatını arayıp bulmak isteyen adamın ahmak olduğunda
şüphe yoktur.
Binaenaleyh, tarihlerin naklettikleri peygamberimizin
(
AsM
) bidayet-i hayatına maddî, sathî, sûrî bir nazar ile
bakan bir adam, şahsiyet-i maneviyesini idrak edemez.
Ve derece-i kıymetine vâsıl olamaz. Ancak bidayet-i ha-
yatına ve levazım-ı beşeriyetine ve ahval-i zahiriyesine
ince bir kışır, nazik bir kabuk nazarıyla bakılmalıdır ki, o
kışır içerisinden iki âlemin güneşi ve tuba gibi şecere-i
Muhammediye (
AsM
) çıkmıştır. Ve feyz-i İlâhî ile sulan-
mış ve fazl-ı rabbanî ile tekâmül etmiştir.
Binaenaleyh, nebî-i zîşan’ın (
AsM
) mebde-i hayatına
ait ahval-i sûriyesinden zayıf bir şey işitildiği zaman, üs-
tünde durmamalı, derhal başını kaldırıp etraf-ı âleme
neşrettiği nurlara bakmalı. Maahaza, mebde-i hayatına
Mesnevî-i nuriye | 137 |
h
uBaB
mebde-i hayat:
hayatın başlangı-
cı.
nakil:
anlatma, söyleme, hikâye
etme.
nazar:
bakış, dikkat.
nazik:
narin, ince.
nebî-i Zîşan:
şan sahibi nebî, pey-
gamber; Hz. Muhammed (asm).
neşir:
herkese duyurma, yayma,
tamim.
nübüvvet:
nebîlik, peygamberlik,
Allah elçiliği.
rükün:
bir şeyi meydana getiren
unsurlardan her biri, esas.
sathî:
yüzeysel, derine inmeyen,
üstün körü.
sema:
gökyüzü, gök.
semere:
meyve, güzel netice.
seyyar:
bir yerde durmayan yer
değiştiren gök cismi.
sûrî:
görünüşte olan, şeklî.
şahsiyet-i maneviye:
manevî
şahsiyet, manevî kişilik.
şecere:
ağaç.
şecere-i Muhammediye:
İslâmi-
yet ağacı, İslâm dini; Hz. Muham-
med’in temiz, yüce sülâlesi, soyu.
şems:
güneş.
tavus:
sülüngillerden, erkeğinin
tüyleri uzun, kuyruğu parlak, gü-
zel renkli, acı ve tiz sesli bir kuş.
tayeran:
uçma, uçuş.
tekâmül:
kemal bulma, kemale
erme, olgunlaşma.
terakkiyat:
ilerlemeler, gelişme-
ler, yükselişler.
tereddüt:
kararsızlık, şüphede
kalma.
Tuba:
cennetteki bir ağacın adî;
mutluluk ağacı.
vâsıl olmak:
ulaşmak, varmak,
erişmek.
afak-ı âlem:
âlemin ufukları.
ahval-i sûriye:
görünürdeki
hâller, durumlar.
ahval-i zahiriye:
zahirî hâller;
görünürdeki hâller, durumlar.
bidayet-i hayat:
hayatın baş-
langıcı.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
cihanbaha:
cihan kıymetinde,
dünya değerinde.
derece-i kıymet:
kıymet de-
recesi.
etraf-ı âlem:
kâinatın çevresi,
uçları, kıyıları.
fazl-ı rabbanî:
Cenab-ı Al-
lah’ın Rab ismine mazhar ola-
rak ihsan, kerem ve cömertli-
ğinin bolluğu.
feyz-i ilâhî:
Allah’ın feyzi, bol-
luğu, lütfu.
hâşâ:
asla, kat’iyen, öyle değil,
Allah göstermesin.
idrak:
akıl erdirme, anlama,
kavrama kabiliyeti.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki!.
intaç:
netice verme, sonuçlan-
dırma.
ismar:
netice verme, sonuç
verme.
kemalât:
kemaller, olgunluk-
lar, mükemmellikler.
kışır:
kabuk, dış taraf.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e in-
dirilmiş, semavî kitapların so-
nuncusu.
levazım-ı beşeriyet:
insanlık
için gerekli olan şeyler, insanın
ihtiyaçları.
maahaza:
bununla birlikte,
böyle olmakla beraber.
maddî:
madde ile alâkalı, cis-
manî.
1...,127,128,129,130,131,132,133,134,135,136 138,139,140,141,142,143,144,145,146,147,...528
Powered by FlippingBook