ve nefsin tapacak derecede sanem ittihaz ettiği mahbup-
lardan, yüzünü çevirmektir. Maahaza, zakir olan zatta
bulunan hasse ve lâtifelerin ayrı ayrı tevhidleri olduğuna
işaret olduğu gibi; onların da, onlara münasip şerikleriy-
le olan alâkalarını kesmek içindir.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
İnsanın bir akrabasına, meselâ, okuduğu bir Fatiha-i
Şerifeden hâsıl olan sevaptan istifade etmekte bir ile bin
müsavidir. nasıl ki, ağızdan çıkan bir lâfzın işitilmesinde
bir cemaat ile bir fert bir olur. Çünkü lâtif şeyler matbaa
gibidir. İstinsah edilen bir kelimeden, bin kelime çıkar.
Ve keza nuranî şeylerde vahdet ile beraber tekessür
olduğuna, yani bir nuranî şeyde bin sevap bulunduğuna
bir işarettir...
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
nebî-i zîşanın (
AsM
) Makam-ı Mahmûdu İlâhî bir mâi-
de ve rabbanî bir sofra hükmündedir. evet, tevzi edilen
lütuflar, feyizler, nimetler o sofradan akıyor. resul-i zî-
şana (
AsM
) okunan salâvat-ı şerife o sofraya edilen dave-
te icabettir.
Ve keza, salâvat-ı şerifeyi getiren adam zat-ı peygam-
berîyi (
AsM
) bir sıfatla tavsif ettiği zaman, o sıfatın nere-
ye taallûk ettiğini düşünsün ki, tekrar be tekrar salâvat
getirmeye müşevviki olsun.
Mesnevî-i nuriye | 141 |
h
uBaB
müşevvik:
teşvik eden, istek art-
tıran, arzu ve heves arttıran.
nebî-i Zîşan:
şan ve şeref sahibi
nebî, peygamber; Hz. Muhammed
(asm).
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nimet:
Allah’ın bağışladığı maddî
ve manevî lütuf ve ikramlar.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
rabbanî:
terbiye ve idare eden
Cenab-ı Hakka ait.
resul-i Zîşan:
şan ve şeref sahibi
resul, peygamber; Hz. Muhammed
(asm).
salâvat:
Hz Muhammed’e rahmet
ve esenlik dileme, salât ve selâm
etme; “Allahümme salli alâ seyyi-
dinâ Muhammedin ve alâ âli sey-
yidinâ Muhammed” deme.
salâvat-ı şerife:
Hz. Muhammed
(asm) için yapılan dualar.
sanem:
put, Allah’tan başka tapı-
nılan şey.
sevap:
hayırlı bir işe karşı Allah ta-
rafından verilen mükâfat.
sıfat:
vasıf, nitelik.
şerik:
ortak.
taallûk:
alâkalı, münasebetli ol-
ma.
tavsif:
vasıflandırma, mahiyetini
ortaya koyma, niteleme.
tekessür:
çoğalma, kesretli olma.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna inan-
ma, birleme.
tevzi:
dağıtma, dağıtılma.
vahdet:
birlik ve teklik.
zakir:
zikreden, Allah’ı zikrederek
dua eden.
zat:
kişi, şahıs.
Zat-ı Peygamberî:
Hz. Peygambe-
rin (asm) zatı, kişiliği.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
cemaat:
topluluk.
Fatiha-i Şerife:
şeref sahibi
olan Fatiha Suresi.
feyiz:
Allah’ın kuluna bağışla-
dığı, bolluk, bereket, ihsan.
hâsıl:
elde edilenlerin hepsi,
meydana gelme.
hasse:
duyu.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
icabet:
davete gitme, davete
uyma.
ilâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı
Hakka dair.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki!.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
istinsah etmek:
çoğaltmak,
kopyasını çıkarmak.
ittihaz:
edinme, kabul etme.
keza:
böylece, aynı şekilde.
lâfız:
söz, kelime.
lâtif:
cismanî olmayan, ruhla
ilgili, ruhanî.
lâtife:
duyu, ince duygu ve
his.
lütuf:
ikram ve yardımda bu-
lunma.
maahaza:
bununla birlikte,
böyle olmakla beraber.
mahbup:
sevgili, sevilen, mu-
habbet edilen.
mâide:
yemek sofrası, üzerin-
de nimetler bulunan kurul-
muş sofra.
Makam-ı Mahmûd:
en yük-
sek şefaat makamı, Peygam-
berimizin (asm) kavuşacağı,
Allah tarafından vaat edilen
makam.
meselâ:
örneğin.
münasip:
uygun.
müsavi:
eşit.