nefsine birkaç vecihle aynen delâlet eder, fakat sâniine
hem aynen, hem aklen çok vecihlerle delâletleri vardır.
Ve hangi bir masnuun vücudu esbaptan istenilirse, bütün
esbap toplanıp birbirine yardımları olsa bile, o masnuun
benzerini yapamazlar.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
İnsanın akıl ve fikir meydanı öyle bir vüs’attedir ki,
ihatası mümkün değildir; ve o kadar dardır ki, iğneye
mahal olamaz. evet, bazen zerre içinde dönüyor, katre
içerisinde yüzüyor, bir noktada hapsoluyor. Bazen de
âlemi bir karpuz gibi eline alır ve kâinatı misafireten ge-
tirir akıl odasında misafir eder. Bazen de o kadar haddi-
ni tecavüz eder, yükseğe çıkar ki, Vacibü’l-Vücud’u gör-
meye çalışır. Bazen de küçülür, zerreye benzer. Bazen
de semavat kadar büyür. Bazen de bir katreye girer. Ba-
zen de fıtrat ve hilkati içine alır.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Cenab-ı Hakkın insana verdiği nimetler, ister afakî ol-
sun, ister enfüsî olsun, bazı şerait altında insana gelip vu-
sul buluyor. Meselâ, ziya, hava, gıda, savt ve seda gibi ni-
metlerden insanın istifade edebilmesi, ancak göz, kulak,
ağız, burun gibi vesaitin açılmasıyla olur. Bu vesait, Al-
lah’ın halk ve icadıyla olur. İnsanın eli, kesb ve ihtiyârın-
da yalnız o vesaiti açmaktır.
Binaenaleyh, o nimetleri yolda bulmuş gibi, sahipsiz,
hesapsız olduğunu zannetmesin. Ancak Mün’im-i
Hakikî’nin kastıyla gelir; insan da ihtiyârıyla alır. sonra,
Mesnevî-i nuriye | 151 |
h
uBaB
nefis:
kendi, şahıs.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
savt:
ses, seda.
seda:
ses.
semavat:
semalar, gökler.
şerait:
şartlar.
tecavüz:
sınırını aşma.
vacibü’l-vücud:
varlığı zarurî ve
zatî olan; varlığı başkasının varlığı-
na bağlı değil, kendinden olup
ezelî ve ebedî olan Allah.
vecih:
cihet, yön.
vesait:
vasıtalar.
vusul:
ulaşma, erişme, yetişme.
vüs’at:
genişlik.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
afakî:
dışa dönük.
aklen:
akıl ile, akıl yolu ile, akıl
gereğince.
âlem:
dünya, cihan; bütün ya-
ratılmışlar.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
enfüsî:
nefiste meydana ge-
len, nefse ait, şahsî.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç,
huy.
had:
sınır.
halk:
yaratma, yoktan var et-
me.
hilkat:
yaratılma, yaratılış.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi is-
tek ve arzularına göre hareket
etme.
i’lem eyyühe’l-aziz:
Ey aziz
kardeşim, bil ki!.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kasıt:
bir işi bile bile, isteyerek
yapma.
katre:
damla.
kesb:
kazanma.
mahal:
yer.
masnu:
sanatla yapılmış eşya,
varlık.
meselâ:
örneğin.
misafireten:
misafir olarak.
Mün’im-i Hakikî:
nimetin, se-
beplerin arkasındaki gerçek
sahibi, yedirip içiren ve rızık-
landıranın tâ kendisi olan Al-
lah.