Mesnevi-i Nuriye - page 151

nefsine birkaç vecihle aynen delâlet eder, fakat sâniine
hem aynen, hem aklen çok vecihlerle delâletleri vardır.
Ve hangi bir masnuun vücudu esbaptan istenilirse, bütün
esbap toplanıp birbirine yardımları olsa bile, o masnuun
benzerini yapamazlar.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
İnsanın akıl ve fikir meydanı öyle bir vüs’attedir ki,
ihatası mümkün değildir; ve o kadar dardır ki, iğneye
mahal olamaz. evet, bazen zerre içinde dönüyor, katre
içerisinde yüzüyor, bir noktada hapsoluyor. Bazen de
âlemi bir karpuz gibi eline alır ve kâinatı misafireten ge-
tirir akıl odasında misafir eder. Bazen de o kadar haddi-
ni tecavüz eder, yükseğe çıkar ki, Vacibü’l-Vücud’u gör-
meye çalışır. Bazen de küçülür, zerreye benzer. Bazen
de semavat kadar büyür. Bazen de bir katreye girer. Ba-
zen de fıtrat ve hilkati içine alır.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Cenab-ı Hakkın insana verdiği nimetler, ister afakî ol-
sun, ister enfüsî olsun, bazı şerait altında insana gelip vu-
sul buluyor. Meselâ, ziya, hava, gıda, savt ve seda gibi ni-
metlerden insanın istifade edebilmesi, ancak göz, kulak,
ağız, burun gibi vesaitin açılmasıyla olur. Bu vesait, Al-
lah’ın halk ve icadıyla olur. İnsanın eli, kesb ve ihtiyârın-
da yalnız o vesaiti açmaktır.
Binaenaleyh, o nimetleri yolda bulmuş gibi, sahipsiz,
hesapsız olduğunu zannetmesin. Ancak Mün’im-i
Hakikî’nin kastıyla gelir; insan da ihtiyârıyla alır. sonra,
Mesnevî-i nuriye | 151 |
h
uBaB
nefis:
kendi, şahıs.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
savt:
ses, seda.
seda:
ses.
semavat:
semalar, gökler.
şerait:
şartlar.
tecavüz:
sınırını aşma.
vacibü’l-vücud:
varlığı zarurî ve
zatî olan; varlığı başkasının varlığı-
na bağlı değil, kendinden olup
ezelî ve ebedî olan Allah.
vecih:
cihet, yön.
vesait:
vasıtalar.
vusul:
ulaşma, erişme, yetişme.
vüs’at:
genişlik.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
afakî:
dışa dönük.
aklen:
akıl ile, akıl yolu ile, akıl
gereğince.
âlem:
dünya, cihan; bütün ya-
ratılmışlar.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
enfüsî:
nefiste meydana ge-
len, nefse ait, şahsî.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç,
huy.
had:
sınır.
halk:
yaratma, yoktan var et-
me.
hilkat:
yaratılma, yaratılış.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi is-
tek ve arzularına göre hareket
etme.
i’lem eyyühe’l-aziz:
Ey aziz
kardeşim, bil ki!.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kasıt:
bir işi bile bile, isteyerek
yapma.
katre:
damla.
kesb:
kazanma.
mahal:
yer.
masnu:
sanatla yapılmış eşya,
varlık.
meselâ:
örneğin.
misafireten:
misafir olarak.
Mün’im-i Hakikî:
nimetin, se-
beplerin arkasındaki gerçek
sahibi, yedirip içiren ve rızık-
landıranın tâ kendisi olan Al-
lah.
1...,141,142,143,144,145,146,147,148,149,150 152,153,154,155,156,157,158,159,160,161,...528
Powered by FlippingBook