güruha refik olmaya çalışmak, sizin gibi himmetlilerin
şe’nidir. Yoksa, burada kumandan iken, orada bir nefer-
den istimdad-ı nur etmeye muztar kalacaksınız. Bu dün-
ya-i deniye şan ve şerefiyle öyle bir meta değil ki, sizin
gibi insanları işba etsin, tatmin etsin ve maksud-i bizzat
olsun.
Rabian
: Bu millet-i İslâm’ın cemaatleri, çendan bir
cemaat namazsız kalsa, fasık da olsa, yine başlarındaki-
ni mütedeyyin görmek ister. Hatta umum Şarkta umum
memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş. “Acaba
namaz kılıyor mu?” derler. namaz kılarsa, mutlak emni-
yet ederler, kılmazsa, ne kadar muktedir olsa, nazarların-
da müttehemdir.
Bir zaman, Beytüşşebap aşairinde isyan vardı. Ben
gittim, sordum:
“sebep nedir?”
dediler ki:
“kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu. öy-
le dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?”
Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya idi-
ler.
Hamisen
: enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağ-
lebi garpta gelmesi kader-i ezelînin bir remzidir ki, Şar-
kı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değil.
Şarkı intibaha getirdiniz, fıtratına muvafık bir cereyan
veriniz; yoksa, sa’yiniz ya hebaen gider veya muvakkat,
sathî kalır.
Mesnevî-i nuriye | 159 |
h
uBaB
kader-i ezelî:
olmuş ve olacakla-
rın yer aldığı İlâhî ilim; her şeyin
kaydedildiği ezelî program.
kumandan:
komutan.
maksud-i bizzat:
kendi maksadı,
şahsî gaye, şahsî amaç.
meta:
mal, servet; geçici dünya
zevki.
millet-i islâm:
İslâm milleti, Müs-
lümanlar.
muktedir:
iktidarlı, gücü yeten.
mutlak:
kesin.
muvafık:
uygun, münasip.
muvakkat:
geçici.
muztar:
çaresiz kalmış, yapmak
zorunda kalmış.
mütedeyyin:
dinin emirlerini ek-
siksiz yerine getiren, dindar, dine
bağlı.
müttehem:
itham olunan, suçla-
nan.
nazar:
bakış, bakış açısı.
nefer:
asker, er.
rabian:
dördüncü olarak.
refik:
arkadaş, yoldaş, yol arkada-
şı.
remiz:
işaret, gizli ve kapalı bir su-
rette ifade etme.
sathî:
yüzeysel, derine inmeyen,
üstün körü.
sa’y:
iş, çalışma, çabalama.
sual:
soru.
şan:
şöhret, ün.
Şark:
doğu; Doğu Ülkeleri.
şe’n:
iş, durum, özellik, yapı.
şeref:
manevî büyüklük, yücelik,
onur.
tatmin:
doyma, doygunluk.
umum:
bütün.
ağleb:
çoğunlukla, ekseriyet-
le.
aşair:
aşiretler, kabileler, oy-
maklar.
cemaat:
topluluk.
cereyan:
fikir, sanat, siyaset
hareketi.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
dair:
alâkalı, ilgili.
dünya-i deniye:
adî, alçak
dünya.
ekser:
pek çok.
emniyet:
inanma, güvenme.
enbiya:
nebîler, peygamber-
ler.
eşkıya:
yol kesici, isyankâr.
evvel:
önce.
fasık:
sapkın, günah işleyen,
fesatçı.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç,
huy.
Garp:
batı; Avrupa, Batı ülke-
leri.
güruh:
cemaat, topluluk, kı-
sım.
hamisen:
beşinci olarak, be-
şincisi, beşinci derece.
hebaen:
boşu boşuna.
himmet:
çalışma, çabalama,
gayret gösterme, emek sarf
etme.
hükema:
filozoflar.
intibah:
uyanıklık.
istimdad-ı nur:
nur isteme,
aydınlık dileme.
isyan:
her hangi bir amaçla
devlete ait kuvvetlere veya
hükümete karşı gelme.
işba:
doyurma.
itaat:
söz dinleme, boyun eğ-
me, emre uygun hareket et-
me.