evet, kudret-i ezeliye tarafından memur edilen bauda,
yani sivrisineğin nemruda olan galebesi; ve bir çekirde-
ğin, Faliku’l-Habbi ve’n-neva tarafından verilen izin ve
kuvvete binaen, koca bir ağacın cihazatını, malzemesini
tazammun etmesi, yani içine alması bu hakikati tenvir
eden birer hakikattir.
Remiz
Arkadaş!
Katre
namındaki eserimde kur’ân’dan ilhamen takip
ettiğim yol ile ehl-i nazar ve felsefenin takip ettikleri yol
arasındaki fark şudur:
kur’ân’dan tavr-ı kalbe ilham edilen asa-i Mûsa gibi
manevî bir asa ihsan edilmiştir. Bu asa ile, kitab-ı kâina-
tın herhangi bir zerresine vurulursa, derhal mâ-i hayat çı-
kar. Çünkü, müessir ancak eserde görünebilir.
Manevî asansör hükmünde olan murakabeler ile mâ-i
hayatı bulmak pek müşküldür. Vesaite lüzum gösteren
ehl-i nazar ise, etraf-ı âlemi arşa kadar gezmeleri lâzım-
dır. Ve o uzun mesafede hücum eden vesveselere, ve-
himlere, şeytanlara mağlûp olup, caddeden çıkmamak
için pek çok bürhanlar, alâmetler, nişanlar lâzımdır ki,
yolu şaşırtmasınlar.
kur’ân ise, bize asa-i Mûsa gibi bir hakikat vermiştir
ki; nerede olsam, hatta taş üzerinde de bulunsam, asayı
vuruyorum, mâ-i hayat fışkırıyor. Âlemin haricine
giderek uzun seferlere ve su borularının kırılmaması ve
Mesnevî-i nuriye | 131 |
k
aTre
’
nin
Z
eYli
galip gelinmiş.
mâ-i hayat:
hayat suyu.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mesafe:
uzaklık, uzunluk.
murakabe:
kendi iç âlemine bak-
ma, nefsini kontrol altına alma, Al-
lah tarafından sürekli denetlendi-
ğine inanma.
müessir:
eser sahibi.
müşkül:
güç, zor, çetin.
nam:
ad, isim.
nişan:
iz, belirti, alamet.
remiz:
işaret, bir manayı ifade
eden veya bir manaya delâlet
eden işaret ve şekil.
tavr-ı kalp:
kalbin yönelişi, kalbî
durum.
tazammun:
ihtiva etme, içine al-
ma, içinde bulundurma.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve esas-
sız düşünce.
vesait:
vasıtalar.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kalbe
gelen asılsız kötü ve sinsi düşün-
ce.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
alâmet:
belirti, işaret, iz.
âlem:
dünya, cihan; bütün ya-
ratılmışlar.
arş:
göğün en yüksek katı.
asa:
değnek, sopa.
bauda:
sivrisinek, sinek.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cihazat:
cihazlar, azalar.
ehl-i nazar ve felsefe:
felsefe
ve mantık ilmi mensubu; filo-
zof ve mantıkçı.
ehl-i nazar:
mantıkçı, akılcı.
etraf-ı âlem:
kâinatın çevresi,
uçları, kıyıları.
Faliku’l-Habbi ve’n-neva:
çe-
kirdekleri ve tohumları çatla-
tıp büyüten Allah.
galebe:
galip gelme, üstünlük,
yenme.
hakikat:
gerçek, esas.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı,
dışta kalan.
hücum:
saldırma.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
ilham:
belli bilgi vasıtalarına
başvurmadan Allah tarafından
insanın kalbine veya zihnine
indirilen mana.
ilhamen:
ilham yoluyla, Allah
tarafından kalbe indirilen feyiz
ve hakikatler tarzında.
kitab-ı kâinat:
kâinat kitabı.
kudret-i ezeliye:
ezele ait
kudret, başı-sonu olmayan
sonsuz İlâhî kudret, kuvvet.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e in-
dirilmiş, semavî kitapların so-
nuncusu.
mağlûp:
yenilme, kendisine