Meselâ, güneşin eli sana yetişir, ziyasıyla başını okşar;
fakat, senin elin ona yetişemez. Ve senin keyfin üzerine
hareket etmez. demek, şemsin sana karşı iki ciheti var-
dır: biri kurb, diğeri bu’d. eğer senin ondan baid olduğun
cihetle, “o bana tesir edemez”; ve onun sana karip ol-
duğu cihetle, “ona tesir edebilirim” desen, cehlini ilân
etmiş olursun.
kezalik, Hâlık ile nefis arasında da bir kurb ve bu’d
vardır. kurb Hâlık’ındır, bu’d nefsindir. eğer nefis, uzak-
lığı cihetiyle, enaniyet ile Hâlık’a bakıp, “Bana tesir ede-
mez” diye bir ahmaklıkta bulunursa, dalâlete düşer. Ve
keza, nefis, mükâfatı gördüğü zaman, “keşke ben de öy-
le yapaydım, böyle olaydım” der; mücazatın şiddetini de
gördüğü vakit, teami ve inkâr ile kendisini teselli eder.
ey ahmak nokta-i sevda!
Hâlık’ın ef’ali sana nazır değildir; ancak ona bakar.
kâinatı senin hendesen üzerine yapmış değildir. Ve seni
hilkat-i âlemde şahit tutmamıştır. İmam-ı rabbanî’nin
(
rA
) dediği gibi, “
Melik’in atiyyelerini, ancak matiyyeleri
taşıyabilir.
”
Remiz
Arkadaş!
Bilhassa muztar olanların dualarının büyük bir tesiri
vardır. Bazen o gibi duaların hürmetine, en büyük bir
şey en küçük bir şeye musahhar ve mutî olur.
atiyye:
hediye, bahşiş.
baid:
uzak, ırak.
bilhassa:
özellikle.
bu’d:
uzaklık, uzak olma.
cehil:
cahillik, bilgisizlik.
cihet:
yön.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ef’al:
fiiller, işler.
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
cillik, egoistlik.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden.
hendese:
şekil.
hilkat-i âlem:
varlıklar dünyası-
nın, kâinatın yaratılışı.
hürmet:
haysiyet, şeref, kıymet,
değer.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
k
aTre
’
nin
Z
eYli
| 124 | Mesnevî-i nuriye
inkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
Kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
karip:
yakın.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kezalik:
keza, bu da öyle,
böylece.
kurb:
yakın olma hâli, yakın-
lık.
matiyye:
binek hayvanı.
melik:
hükümdar, padişah,
kral.
meselâ:
örneğin.
musahhar:
boyun eğen, emir
altına giren, istenilen hâle ko-
nulmuş.
mutî:
itaat eden, boyun eğen.
muztar:
çaresiz kalmış, yap-
mak zorunda kalmış.
mücazat:
bir suça karşı veri-
len ceza.
mükâfat:
iyi bir iş veya hiz-
metten dolayı verilen şey,
ödül.
nazır:
nazar eden, bakan.
nefis:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan, hayırlı işlerden
alıkoyan güç.
nokta-i sevda:
kalpte varlığı
kabul edilen siyah nokta (nok-
ta-i süveyda).
remiz:
işaret, bir manayı ifade
eden veya bir manaya delâlet
eden işaret ve şekil.
şems:
güneş.
teami:
görmez gibi görünme,
yalandan görmezliğe gelme,
görmezlikten gelme.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
tesir:
etki.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.