Mesnevi-i Nuriye - page 115

kelpte hırs marazı fazla olduğundan, esbab-ı zahiriye-
ye öyle bir derece ihtimam ile yapışır ki, Mün’im-i Haki-
kî’den bütün bütün gafletine sebep olur. Binaenaleyh,
vasıtayı müessir bilerek, Müessir-i Hakikî’den yaptığı
gaflete ceza olarak, necis hükmünü almıştır ki, tahir ol-
sun. Çünkü, hükümler, hadler günahları affeder. Ve bey-
ne’n-nâs tahkir darbesini gaflete kefaret olarak yemiştir.
öteki hayvanlar ise, vesaiti bilmiyorlar ve esbaba o ka-
dar kıymet vermiyorlar.
Meselâ, kedi seni sever, tazarru eder; senden ihsanı
alıncaya kadar. İhsanı aldıktan sonra, öyle bir tavır alır
ki, sanki aranızda muarefe yokmuş. Ve kendilerinde sa-
na karşı şükran hissi de yoktur; ancak Mün’im-i Haki-
kî’ye şükran hisleri vardır. Çünkü, fıtratları sânii bilir ve
lisan-ı hâlleriyle ibadetini yaparlar; şuur olsun, olmasın.
evet, kedinin mırmırları, “Yâ rahîm, yâ rahîm, yâ
rahîm!”dir.
Nükte
Yine gördüm ki,
eğer her şey Cenab-ı Hakka isnat
edilmezse, bir an-ı vahitte gayr-i mütenahi ilâhların ispa-
tı lâzım gelir. Ve bütün zerrat-ı kâinattan daha çok olan
şu ilâhların her birisi, bütün ilâhlara hem zıt, hem misil
olması lâzım geliyor. Ve aynı zamanda, her birisi bütün
kâinata elini uzatmış, tasarrufatta bulunuyor gibi bir va-
ziyet alması lâzım gelir.
Meselâ bal arısının bir ferdini
Mesnevî-i nuriye | 115 |
k
aTre
misil:
benzer, eş.
muarefe:
karşılıklı görüşme, tanış-
ma; birbirini bilip tanıma.
müessir:
eser sahibi.
Müessir-i Hakikî:
hakikî tesir sa-
hibi, hakikî tesir edici.
Mün’im-i Hakikî:
nimetin, sebep-
lerin arkasındaki gerçek sahibi,
yedirip içiren ve rızıklandıranın ta
kendisi olan Allah.
necis:
necasetli, kirli, pis, murdar.
nükte:
ince manalı, düşündürücü
söz.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
şuur:
bilinç.
şükran:
teşekkür etme, iyilik bil-
me.
tahir:
temiz, pak.
tahkir:
hakaret etme, küçük gör-
me, şeref ve haysiyetini incitme.
tasarrufat:
tasarruflar, idare et-
meler.
tazarru:
kendini alçaltarak yalvar-
ma.
vasıta:
aracı.
vaziyet:
durum.
vesait:
vasıtalar.
yâ rahîm:
Ey yarattıklarına çokça
merhamet eden Allah!.
zerrat-ı kâinat:
kâinat zerreleri,
kâinattaki atomlar.
an-ı vahit:
pek az, pek kısa bir
süre, bir an.
beyne’n-nâs:
halk arasında,
insanlar arasında.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
darbe:
vurgun.
esbab-ı zahiriye:
görünüşe ait
sebepler.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fert:
birey.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç,
huy.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesiz-
lik, Allah’tan uzaklaşıp nefsin
arzularına dalmak.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, so-
nu olmayan, nihayetsiz.
had:
ceza.
hırs:
açgözlülük, kanaatsizlik.
hüküm:
karar, emir.
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
ihtimam:
dikkat ve özen gös-
terme.
ilâh:
kendisine ibadet edinilen
ve tapınılan şey.
isnat:
dayandırma, mal etme,
bir şeyi bir kimseye ait göster-
me.
ispat:
delil göstererek iddiayı
sağlamlaştırma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kefaret:
kendisi ile işlenen bir
günahın giderilmesi.
kelp:
köpek.
kıymet:
değer.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin
duruşu ve görünüşü ile bir
mana ifade etmesi.
maraz:
hastalık.
meselâ:
örneğin.
mırmır:
mırıldama sesi, kedi-
nin çıkardığı ses.
1...,105,106,107,108,109,110,111,112,113,114 116,117,118,119,120,121,122,123,124,125,...528
Powered by FlippingBook