ve iyiliklerde hakkı yoktur, mülkü değildir, onlara güve-
nemez.
Hem,
insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir.
Çünkü, kendisinin eser-i sanatı değildir. O vücudu yolda
bulmuş, lâkita olarak temellük de etmiş değildir. Kıyme-
ti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da, insan
almış değildir. Ancak, o vücut havi olduğu garip sanat,
acip nakışların şahadetiyle, bir Sâni-i Hakîm’in dest-i
kudretinden çıkmış kıymettar bir hane olup, insan o ha-
nede emaneten oturur. O vücutta yapılan binlerce tasar-
rufattan, ancak bir tane insana aittir.
Ve keza,
esbap içerisinde en eşref, en kuvvetli bir
ihtiyâr sahibi insan iken, ef’al-i ihtiyâriye namıyla kendi-
sine mal zannetiği ef’alin ekl, şürb gibi en adî bir fiilin hu-
sulünde, yüz cüz’ünden ancak bir cüz’ü insana aittir.
Ve keza,
insanın elindeki ihtiyâr pek dardır. Havâssı-
nın en genişi hayal olduğu hâlde, o hayal akıl ve aklın se-
merelerini ihata edemez.
Bunları, bu kadar büyük iken,
nasıl daire-i ihtiyârına idhal edip, onlarla iftihar ediyor-
sun?
Ve keza, şuurî olmaksızın, senin lehine ve aleyhine çok
fiiller cereyan etmektedir. o fiiller şuurî oldukları hâlde,
şuurun taallûk etmediğinden sabit olur ki, o fiillerin faili
bir sâni-i zîşuur’dur. ne sen failsin ve ne senin esbabın.
Binaenaleyh, malikiyet davasından vazgeç. kendini
mehasin ve kemalâta mastar olduğunu zannetme. Ve
kat’iyen bil ki, senden sana yalnız noksan ve kusur
Mesnevî-i nuriye | 105 |
k
aTre
kemalât:
kemaller, olgunluklar,
mükemmellikler.
keza:
böyle, böylece; bu da öyle,
aynı şekilde, öylece.
kıymet:
değer.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
kuvve:
gerçekleşmemiş, fakat
gerçekleşme imkânı ve ihtimali
olan potansiyel.
lâkita:
atılmış sahipsiz mal.
leh:
onun tarafına, ondan yana,
birinin faydası için yapılan hare-
ket.
malikiyet:
maliklik, malik ve sa-
hip olma.
mastar:
kaynak, bir şeyin çıktığı
yer.
mehasin:
güzellikler, iyilikler.
nakış:
işleme, süsleme.
nam:
ad.
noksan:
eksiklik.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
sâni-i Hakîm:
hikmet sahibi olan,
her şeyi sanatla ve hikmetle yara-
tan Allah.
sâni-i Zîşuur:
şuur sahibi ve her
şeyi sanatlı yaratan Allah.
semere:
meyve, güzel netice.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şuur:
bilinç.
şuurî:
şuurluca, bilinçli şekilde.
şürb:
içme.
taallûk:
alâkalı, münasebetli ol-
ma.
tasarrufat:
tasarruflar, idare et-
meler.
temellük:
sahiplenme, kendine
mal etme.
vücut:
beden, ceset; varlık.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
adî:
basit, bayağı, sıradan.
aleyh:
karşı, karşıt.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
cereyan:
olma, meydana gel-
me.
ceset:
vücut, beden.
cüz:
kısım, parça.
daire-i ihtiyar:
seçme, isteme,
tercih etme dairesi.
dava:
iddia.
dest-i kudret:
kudret eli, ya-
pabilme gücü.
ef’al:
fiiller, işler.
ef’al-i ihtiyariye:
kişinin ken-
di isteğiyle yaptığı işler, kişinin
kendi ihtiyarî fiilleri.
ekl:
bir şey yeme, yenilme.
emaneten:
emanet yoluyla,
emanet olarak.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
eser-i sanat:
sanat eseri, sa-
nat değeri olan eser.
eşref:
en şerefli, daha şerefli,
en iyi, en güzel.
fail:
fiili işleyen, yapan, tesir
eden.
fiil:
iş, hareket.
garip:
tuhaf, hayret verici.
hane:
ev, mesken.
havâs:
hasseler, duyular, duy-
gular.
havi:
içine alan, kapsayan, ku-
şatan.
husul:
olma, meydana gelme.
idhal:
dâhil etme, içine alma,
sokma.
iftihar:
övünme.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi is-
tek ve arzularına göre hareket
etme.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.