ecnebi nazarıyla baktırır. Bunun içindir ki, mü’minin ru-
hunda adavet, kin, vahşet yoktur; en büyük bir düşma-
nıyla, bir nevi kardeşliği vardır. Kâfirin ruhunda hırs,
adavet olduğu gibi, nefsini iltizam ve nefsine itimadı var-
dır. Bu sırra binaendir ki, dünya hayatında bazen galebe
kâfirlerde olur.
Ve keza, kâfir, dünyada hasenatının mükâfatını fil-
cümle görür; mü’min ise, seyyiatının cezasını görür. Bu-
nun için,
dünya kâfire cennet
(yani ahirete nispeten),
mü’mine cehennemdir
(yani saadet-i ebediyesine nispe-
ten). Yoksa, “dünyada dahi, mü’min yüz derece ziyade
mes’uttur” denilmiştir.
Ve keza,
iman insanı ebediyete, cennete lâyık bir cev-
here kalbeder. Küfür ise, ruhu, kalbi söndürür, zulmetler
içinde bırakır.
Çünkü, iman, kabuğunun içerisindeki lüb-
bü gösterir. küfür ise, lüp ile kabuğu tefrik etmez; kabu-
ğu aynen lüp bilir ve insanı cevherlik derecesinden kö-
mür derecesine indirir.
Nokta
Arkadaş!
Kalb ile ruhun hastalığı nispetinde felsefe ilimlerine
meyil ve muhabbet ziyade olur. O hastalık marazı da,
ulûm-i akliyeye tevaggul etmek nispetindedir. Demek,
manevî olan hastalıklar insanları aklî ilimlere teşvik ve
sevk eder; ve akliyat ile iştigal eden, emraz-ı kalbiyeye
müptelâ olur.
Mesnevî-i nuriye | 111 |
k
aTre
mes’ut:
saadetli, bahtlı, mutlu.
meyil:
bir tarafa doğru eğilme, yö-
nelme.
muhabbet:
sevgi, sevme.
mükâfat:
iyi bir iş veya hizmetten
dolayı verilen şey, ödül.
mü’min:
iman eden, inanan.
müptelâ:
tutkun, bir şeye düşkün
ve tutulmuş olan.
nazar:
bakış, bakış açısı.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan, hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nevi:
çeşit, tür.
nispet:
oran, ölçü.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
sevk:
yöneltme, gönderme.
seyyiat:
seyyieler, fenalıklar, kö-
tülükler.
sır:
gizli hakikat.
tefrik:
birbirinden ayırma, ayrı
tutma.
tevaggul:
çok uğraşma, meşgul
olma.
ulûm-i akliye:
aklî ilimler, akla
dayanan ilimler.
vahşet:
yabanîlik, vahşîlik.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
zulmet:
karanlık.
adavet:
düşmanlık, husumet.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
aklî:
akla dayanan, akıl ile ilgi-
li.
akliyat:
aklın konusu olan
şeyler.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cevher:
elmas, değerli taş.
ebediyet:
sonsuzluk.
ecnebi:
yabancı.
emraz-ı kalbiye:
kalp hasta-
lıkları, kalp ile ilgili hastalıklar.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
filcümle:
hepsi, bütünü.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler,
hayırlar.
hırs:
açgözlülük, kanaatsizlik.
ilim:
bilgi, marifet.
iltizam:
birinin tarafını tutma,
tarafgirlik.
iman:
inanma, itikat.
iştigal:
bir işle uğraşma, meş-
gul olma.
itimat:
dayanma, güvenme.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti in-
kâr eden, dinsiz.
kalbetmek:
bir hâlden diğer
bir hale çevirmek, değiştir-
mek.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kin:
gizli düşmanlık, garaz.
küfür:
Allah’ın varlığına, birli-
ğine inanmama, müşriklik,
imansızlık.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
lüp:
iç, öz.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
maraz:
hastalık.