Mesnevi-i Nuriye - page 108

Meselâ, bir adam Cenab-ı Hakkın kudretini anlamak
için, bir taksimat yapar. “Buradan buraya benim kudre-
timdedir, bundan o yanı da onun kudretindedir” diye
vehmî bir çizgi çizmekle, meseleyi anlar. sonra mevhum
hattı bozar, hepsini de ona teslim eder. Çünkü, nefis nef-
sine malik olmadığı gibi, cismine de malik değildir. Cismi
ancak acip bir makine-i İlâhiyedir. kaza ve kader kale-
miyle, kudret-i ezeliye –bir cilveciği– o makinede çalışı-
yor. Binaenaleyh, insan o firavunluk davasından vazgeç-
mekle, mülkü malikine teslim etsin, emanete hıyanet et-
mesin. eğer hıyanetle bir zerreyi nefsine isnat ederse, Al-
lah’ın mülkünü esbab-ı camideye taksim etmiş olacaktır.
İkİNcİ HAkİkAT
ey nefs-i emmare! kat’iyen bil ki, senin hususî, ama
pek geniş bir dünyan vardır ki, âmâl, ümit, taallûkat, ih-
tiyacat üzerine bina edilmiştir. en büyük temel taşı ve tek
direği, senin vücudun ve senin hayatındır. Hâlbuki, o di-
rek kurtludur; o temel taşı da çürüktür. Hülâsa, esastan
fasit ve zayıftır, daima harap olmaya hazırdır.
evet, bu cisim ebedî değil, demirden değil, taştan de-
ğil, ancak et ve kemikten ibaret bir şeydir. Anî olarak se-
nin başına yıkılıyor; altında kalıyorsun. Bak, zaman-ı ma-
zi senin gibi geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi,
istikbal zamanı da geniş bir mezaristan olacaktır. Bugün,
sen iki kabrin arasındasın. Artık sen bilirsin.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âmâl:
emeller, arzular, istekler,
ummalar, ümitler.
bina:
kurma, dayandırma.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cilve:
tecelli, görüntü.
dava:
iddia.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
esbab-ı camide:
şuursuz ve ruh-
suz olan sebep ve vasıtalar.
fasit:
sağlam ve doğru olmaktan
çıkmış, bozuk, bozulmuş.
firavunluk:
nefsini ve benliğini fi-
ravun gibi ilâh seviyesine çıkara-
cak derecede büyük görme.
hakikat:
gerçek, esas.
hat:
çizgi.
hıyanet:
hainlik, kendine olan gü-
veni kötüye kullanma.
hususî:
özel.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, özeti.
k
aTre
| 108 | Mesnevî-i nuriye
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
ihtiyacat:
ihtiyaçlar, lüzumlu
olan şeyler.
isnat:
dayandırma, mal etme,
bir şeyi bir kimseye ait göster-
me.
istikbal:
gelecek.
kader:
İlâhî hüküm; Cenab-ı
Hakkın takdir ve tayin etmesi.
kat’iyen:
kat’î olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
kaza:
olacağı Cenab-ı Hak ta-
rafından bilinen ve takdir olu-
nan şeylerin zamanı gelince
yaratması.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kudret-i ezeliye:
ezele ait
kudret, başı sonu olmayan
sonsuz İlâhî kudret, kuvvet.
makine-i ilâhiye:
Allah’ın ma-
kinesi.
malik:
sahip.
meselâ:
örneğin.
mesele:
konu.
mevhum:
hakikatte olmayan,
vehim ve hayal ürünü olan.
mezaristan:
mezarlık.
nefis:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan, hayırlı işlerden
alıkoyan güç.
nefs-i emmare:
insana kötü
ve günah işlerin yapılmasını
emreden nefis.
taallûkat:
ilgiler, ilişkiler.
taksim:
bölme, paylaştırma.
taksimat:
taksimler, bölmeler,
kısımlandırmalar.
vehmî:
vehimle ilgili, aslında
var olmadığı hâlde varmış gi-
bi görülen her hangi bir şeye
ait.
zaman-ı mazi:
geçmiş zaman.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
1...,98,99,100,101,102,103,104,105,106,107 109,110,111,112,113,114,115,116,117,118,...528
Powered by FlippingBook