o müthiş mücadele esnasında zihnimin eline geçen di-
kenli kelimelerdir. O ateşle nurun karıştıkları bir hen-
gâmda, başım dönmeye başlıyordu. Kâh yerde, kâh gök-
te, kâh minarenin dibinde, kâh minarenin şerefesinde
kendimi görüyordum. Çünkü, takip ettiğim yol, akıl ile
kalb arasında yeni açılan berzahî bir yoldur. Akıldan kal-
be, kalbden akla inip çıkmaktan bîzar olmuştum. Bunun
için, bir nur bulduğum zaman, hemen üstüne bir kelime
bırakıyordum. Fakat, o nurların üstüne bıraktığım kelime
taşları, delâlet için değildi, ancak kaybolmamak için birer
nişan ve birer alâmet olarak bırakırdım. Sonra baktım ki,
o zulmetler içinde bana yardım eden o nurlar, Kur’ân
güneşinden ilham edilen misbah ve kandillerdi.
Gk
óp
°Tr
ôo
en
h Én
æp
MGn
hr
Qn
Gn
h Én
æp
Hƒo
?o
bn
h Én
æp
dƒo
?o
©p
d Gk
Qƒo
f n
¿'
Gr
ôo
?r
dG p
?n
©r
LG -n
G
(1)
n
Ú/
e'
G n
Ú/
e'
G n
Ú/
e'
G Én
æp
°ùo
Ør
fn
p
’
x
Mesnevî-i nuriye | 121 |
k
aTre
alâmet:
belirti, işaret, iz.
berzahî:
.
bîzar:
bıkmış, usanmış, küs-
müş, küskün.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
hengâm:
zaman, sıra.
ilham:
belli bilgi vasıtalarına
başvurmadan Allah tarafından
insanın kalbine veya zihnine
indirilen mana.
kâh:
zaman olur, bazen.
kandil:
lâmba.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e in-
dirilmiş, semavî kitapların so-
nuncusu.
misbah:
lâmba.
mücadele:
savaşma, çatışma,
kavga.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
nişan:
iz, belirti, alâmet.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
şerefe:
minarede ezan oku-
nan yer.
zulmet:
karanlık.
1.
Allah'ım, Kur'ânı akıl, kalp ve ruhlarımıza nur, nefislerimize mürşit eyle, âmin, âmin, âmin.