İhtar:
Sath-ı arz mescidini mütehalif ve muntazam harekâ-
tıyla tezyin eden o cemaat-i uzmanın, satırları andıran safla-
rının o güzel manzarası muhafaza edilmek üzere, âlem-i mi-
sal sayfasında kalem-i kaderle, İlâhî bir fotoğrafla tersim ve
terkim edilmekte olduğu ihtimal ve imkândan hâlî değildir.
Remiz
Arkadaş!
Vesvese ve evham zulmetleri içinde yürürken, resul-i
ekrem’in (
AsM
) sünnetleri birer yıldız, birer lâmba vazi-
fesini gördüklerini gördüm. Her bir sünnet veya bir
hadd-i şer’î, zulmetli dalâlet yollarında güneş gibi parlı-
yor. o yollarda, insan zerre miskal o sünnetlerden inhi-
raf ve udûl ederse, şeytanlara mel’ab, evhama merkep,
ehval ve korkulara ma’raz ve dağlar kadar ağır yüklere
matiyye olacaktır.
Ve keza, o sünnetleri sanki semadan tedelli ve tenez-
zül eden ipler gibi gördüm ki; onlara temessük eden yük-
selir, saadetlere nail olur. Muhalefet edip de akla daya-
nanlar ise, uzun bir minare ile semaya çıkmak hamaka-
tinde bulunan Firavun gibi, bir firavun olur...
Remiz
Arkadaş!
Nefiste öyle dehşetli bir nokta ve açılmaz bir ukde var
ki, zıtları birbirinden tevlit eder ve aleyhte olan her bir
şeyi lehte zanneder.
Mesnevî-i nuriye | 123 |
k
aTre
’
nin
Z
eYli
mescit:
secde edilen yer,
ibadethane; namaz kılınan yer.
merkep:
binilen vasıta, binilen
şey, binek.
miskal:
bir buçuk dirhemlik ağır-
lık ölçüsü.
muhafaza edilmek:
saklanmak,
korunmak.
muhalefet:
zıtlık, aykırılık, ayrılık.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, dü-
zenli ve düzgün biçimde.
mütehalif:
birbirinden ayrı, deği-
şik, farklı.
nail:
kavuşan, ulaşan, eren.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan, hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
remiz:
işaret, bir manayı ifade
eden veya bir manaya delâlet
eden işaret ve şekil.
resul-i ekrem:
çok cömert, kerîm
olan peygamber, Hz. Muhammed
(asm).
saadet:
mutluluk.
saf:
insanların yanyana durarak
oluşturdukları sıra.
sath-ı arz:
yeryüzü.
satır:
dümdüz çizgi.
sema:
gökyüzü, gök.
sünnet:
Hz. Muhammed’in (asm)
Kur’ân dışında, Müslümanlara ör-
nek olan mübarek söz, fiil ve
emirleri, kabulleri veya takrirleri.
şuur:
bilinç.
tedelli:
aşağıya inme.
temessük:
yapışma, sarılma, sıkı-
ca tutunma.
tenezzül:
inme, alçalma.
terkim:
yazma, yazı ile kaydetme.
tersim:
resmini çizme, resmini
yapma.
tevlit:
doğurma.
tezyin etme:
süsleme, ziynetlen-
dirme.
udûl:
doğru yoldan çıkma, sapma.
ukde:
düğüm, bağ.
vazife:
görev.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kalbe
gelen asılsız kötü ve sinsi düşün-
ce.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
zulmet:
karanlık.
âlem-i misal:
görüntüler âle-
mi, dünyadaki işlerin görüntü-
lendiği ve gözlendiği, ruhların
bulunduğu âlem.
aleyh:
karşı, karşıt.
andırmak:
hatırlatmak; ben-
zemek.
cemaat-i uzma:
pek büyük
topluluk.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehval:
korkular, dehşetler.
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
firavun:
zalim, imansız, kibirli,
gururlu ve inatçı; gurur ve kib-
ri sebebiyle ulûhiyet iddiasın-
da bulunan Mısır firavunu, ya-
ni kralı.
hadd-i şer’î:
şeriata uygun
olarak verilen had cezası.
hâlî:
uzak.
hamakat:
ahmaklık, beyinsiz-
lik, budalalık.
harekât:
hareketler, davranış-
lar.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
ilâhî:
Allah’a ait; Allah tarafın-
dan yapılan.
inhiraf:
sapma.
kalem-i kader:
kader kalemi,
Allah’ın olacak hâdiseleri ol-
madan önce bilip yazması,
takdir etmesi.
keza:
böylece, aynı şekilde.
leh:
onun tarafına, ondan ya-
na, birinin faydası için yapılan
hareket.
manzara:
görüntü, görünüm.
matiyye:
binek hayvanı.
mel’ab:
oyun oynayacak yer,
eğlence yeri.
ma’raz:
sergi yeri.