Mesnevi-i Nuriye - page 96

ve müçtemian, gayr-i mütenahi bir kudreti iktiza ettikle-
rinden, kâinat da bir
Vacibü’l-Vücud
, bir
Hâlık-ı Kadîr
’in
vücuduna bizzarure delâlet eder ki, o Hâlık’ın tesir-i kud-
retine nihayet olmadığından, şeriklerden bilbedahe müs-
tağnidir, şerike ihtiyacı yoktur.
Maahaza, şerik haddizatında mümtenidir; bir ferdinin
vücudu mümkün değildir. Çünkü, kudret-i kâmilenin te-
siri gayr-i mütenahidir. Şerik olduğu takdirde, kudretin
tesiri mahdut olur; mütenahi olmadığı hâlde mütenahi
olur, inkıtaa uğrar. Bu ise birkaç cihetten muhaldir. öy-
le ise, istiklâl ve infirat, ulûhiyet için zatî hassalardır.
Maahaza, şerike bir mahal, bir makam, bir imkân-ı za-
tî yoktur. Ve şerikin vücudu hakkında ne bir delil ve ne
de bir delilden neş’et eden bir ihtimal ve ne de bir ema-
re ve kâinatın hiçbir cihetinde şerike bir mevzi yoktur.
Bilakis hangi şeye, hangi cihete bakılırsa, tevhid sikkesi
görünür.
Demek, müessir-i hakikî ancak ve ancak Al-
lah’tır.
evet, insan kâinatın en eşrefi ve esbap içinde ihtiyârı
en geniş olduğu hâlde, ef’al-i ihtiyârîsi içinde, yemek ve
içmek gibi en adî bir fiilinde yüz cüz’ünden ancak bir
cüz’ü insana ait olabilir. esbabın sultanı olan insan böy-
le eli bağlı, tesirsiz olursa, öteki esbab-ı camide ne halt
edebilir?
İşte, kâinat, şu hakikatten tebarüz eden vücut ve vah-
det lisanıyla,
(1)
n
ƒo
g s
’ p
G n
¬ '
d p
G n
B ’ *n
G
’yu tilâvet eder.
adî:
basit, bayağı, sıradan.
bilakis:
aksine, tersine.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr olarak.
bizzarure:
zarurî olarak, ister iste-
mez, mecburen.
cihet:
yön.
cüz:
kısım, parça.
delâlet:
delil olma, gösterme; alâ-
met, işaret.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
ef’al-i ihtiyarî:
isteğe, tercihe bağ-
lı fiiller.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
esbab-ı camide:
cansız ve maddî
olan sebepler vasıtalar.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
eşref:
en şerefli, daha şerefli, en
iyi, en güzel.
fail:
bir işi yapan, fiil sahibi.
fiil:
iş, hareket.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, sonu ol-
mayan, nihayetsiz.
haddizatında:
esasen, aslında.
hakikat:
gerçek, doğruluk; görü-
len bir şeyin aslı, esası.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden Allah.
Hâlık-ı Kadîr:
her şeye gücü ye-
ten, kudret sahibi yaratıcı; Allah.
halt etme:
el karıştırma, işe ortak
olma.
hassa:
bir kimseye has olan özel-
lik, nitelik veya tesir.
ihtimal:
olabilirlik.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi istek
ve arzularına göre hareket etme.
iktiza:
gerektirme, lüzumlu kılma.
imkân-ı zatî:
bir şeyin, aslında
mümkün olması.
infirat:
teklik, bir oluş, yalnızlık
hâli.
inkıta:
sona erme, bitme.
istiklâl:
kimseye tâbi ve bağlı ol-
mayış, bağımsızlık.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kudret-i kâmile:
tam ve noksan-
sız güç, kuvvet.
lisan:
dil.
maahaza:
bununla birlikte, böyle
olmakla beraber.
mahal:
yer.
mahdut:
sınırlı, belirli.
makam:
yer, mevki.
mevzi:
yer, mahal, bir şey konu-
lacak yer.
muhal:
imkânsız.
müçtemian:
toplu olarak, topluca,
birlikte, hep beraber.
müessir-i hakikî:
hakikî tesir
sahibi, gerçek etki edici.
mümteni:
imkânsız, olamaz.
müstağni:
muhtaç olmayan;
başkalarına ihtiyacı bulunma-
yan.
mütenahi:
nihayet bulan, ni-
hayete eren, biten, sona eren.
ne’şet:
meydana gelme, oluş-
ma, çıkma.
nihayet:
son, sınır.
sikke:
alâmet, nişan, turra.
şerik:
ortak.
tebarüz:
belli olma, görünme,
bariz hale gelme.
tesir:
etki.
tesir-i kudret:
güç ve kuvve-
tin etkisi.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
tilâvet:
güzel sesle ve anlamı-
nı düşünerek okumak.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allah’ın hâki-
miyeti ile kâinattaki her şeyi
kendisine ibadet ve itaat ettir-
mesi.
vacibü’l-vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vahdet:
birlik ve teklik.
vücut:
varlık, var oluş.
zatî:
zata ait, zatın kendisin-
den olan.
1.
O Allah ki, Ondan başka ilâh yoktur. (Bakara Suresi: 255.)
k
aTre
| 96 | Mesnevî-i nuriye
1...,86,87,88,89,90,91,92,93,94,95 97,98,99,100,101,102,103,104,105,106,...528
Powered by FlippingBook