eşyanın bir Müdebbir’in idaresinde bulunduğuna şahadet
ederek,
(1)
n
ƒo
g s
’ p
G n
¬ '
d p
G n
B ’ *n
G
ile ilân eder.
• Ve keza, semavatın yıldızlar gibi âsâr-ı muntazama-
daki
müşabehet
ve arzın birbirine benzeyen çiçeklerinde,
hayvanatındaki
münasebet
, Hâlık’ın bir olduğuna delâ-
letle, şahadetini
n
ƒo
g s
’ p
G n
¬ '
d p
G n
B ’ *n
G
ile ilân eder.
• Ve keza, her bir zîhayat, çok isim ve sıfatların tecel-
lisine mazhardır. Meselâ, bir zîhayat vücuda geldiğinde
Bâri
isminin cilvesine, teşekkülünde
Musavvir
sıfatının
cilvesine, gıdalandığı zaman
Rezzak
isminin cilvesine,
hastalıktan şifa bulduğunda
Şafi
isminin tecellisine, ve
hakeza tesirde mütesanit, âsârda mütehalif çok sıfât ve
isimlere mazhardır. Bu sıfatların ve isimlerin hedefleri bir
olduğundan, elbette müsemmaları da bir olur.
İşte her bir zîhayat, şu mazhariyetle, Hâlık’ın bir oldu-
ğuna dair olan şahadetini
n
ƒo
g s
’ p
G n
¬ '
d p
G n
B ’ *n
G
ile ilân eder.
• Ve keza, Manzume-i Şemsiye ile bal arısının gözleri
arasındaki irtibat ve keyfiyetçe birbiriyle münasebetleri,
ikisinin bir nakkaş’ın nakşı olduğuna olan delâletlerini
n
ƒo
g s
’ p
G n
¬ '
d p
G n
B ’ *n
G
ile ilâm ediyorlar.
• Ve keza, zerrat arasındaki cazibenin güneş ve yıldız-
lar arasında bulunan cazibeye kardeş olması, her iki kıs-
mın da bir kalem-i vahidin yazısı olduğunu
n
ƒo
g s
’ p
G n
¬ '
d p
G n
B ’ *n
G
ile izhar ediyorlar.
Mesnevî-i nuriye | 91 |
k
aTre
arz:
yer, dünya.
âsâr:
eserler.
âsâr-ı muntazama:
munta-
zam, düzenli eserler.
Bârî:
varlıkları yaratan, onlara
biçim veren, onları şekillendi-
ren Allah.
cazibe:
çekim.
cilve:
tecelli, görüntü.
dair:
alâkalı, ilgili.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden.
hayvanat:
hayvanlar.
idare:
yönetim.
ilâm:
bildirmek, öğretmek.
ilân:
yayma, duyurma, bildir-
me.
irtibat:
bağlantı, münasebet.
izhar:
ortaya koyma, açığa çı-
karma, gösterme.
kalem-i vahit:
tek bir kalem;
her şeyin tek bir kalem, tek
bir el tarafından yaratılması.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl oldu-
ğu, hâl, durum, iç yüz.
keza:
böylece, aynı şekilde.
Manzume-i Şemsiye:
güneş
ile ona bağlı olan seyyareler,
Güneş Sistemi.
mazhar:
bir şeyin çıktığı gö-
ründüğü yer; nail olma, şeref-
lenme.
mazhariyet:
görünme ve te-
1.
O Allah ki, Ondan başka ilâh yoktur. (Bakara Suresi: 255.)
zahür yeri olma.
meselâ:
örneğin.
Musavvir:
yarattıklarını istediği sı-
fat ve seçtiği maddî manevî suret-
te yaratan Allah.
Müdebbir:
tedbir alan, her işi ön-
ceden düşünüp ona göre ayarla-
yan, plânla idare eden Allah.
münasebet:
ilgi, ilişki; münasiplik,
uygun olma.
müsemma:
isimlendirilmiş, ad ve-
rilmiş.
müşabehet:
benzeme, benzeyiş.
mütehalif:
birbirine uymayan, de-
ğişken.
mütesanit:
tesanüt eden, birbiri-
ne dayanıp kuvvet alan.
nakış:
işleme, süsleme.
nakkaş:
her şeyi nakışlı yaratan
Allah.
rezzak:
bütün yaratılmışların rız-
kını veren ve ihtiyaçlarını karşıla-
yan Allah.
semavat:
semalar, gökler.
sıfât:
vasıflar, nitelikler.
Şafi:
şifa veren Allah.
şahadet:
şahit olma, şahitlik; açık
alâmet, işaret.
şifa:
bedenî ve ruhî bir hastalığın
son bulması, sağlığına kavuşma.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
tesir:
etki.
teşekkül:
şekillenme, meydana
gelme.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zîhayat:
hayat sahibi.