sahib-i kudret’in izniyle, gayr-i mütenahi olan ilim ve
iradesiyle, o zerrelerde teşekkülât ve terkibat yapılır. Bi-
naenaleyh, kudret-i ezeliyenin bir lem’ası kudretin hasi-
yetine malik olduğundan, esbabın binler lem’asından ve
esbabın sultanından daha tesirlidir. Çünkü, bunda tecez-
zi ve inkısam vardır; kudret-i ezeliyede ise yoktur.
Ve keza, külfet ve uğraşmak da yoktur. Çünkü, kudret
sâniin zatına zatîdir, a’razî değildir; acz, kudretine tahal-
lül edemez. kudretin, bir lem’asına zerreler, şemsler mü-
tesavidir; büyük, küçükten ağır ve zahmetli değildir.
Ve keza, hayat, vücut, nur gibi şeylerin zahir ve bâtınları
şeffaf olduğundan, icatları zamanında, vesait-i esbap altında
kudretin tasarrufu görünür. evet, hayatın vaziyetlerine ve
derecelerine dikkat edilirse kudretin tasarrufu görünür. Me-
selâ bir salkım üzümün yapılması için, ince camit bir dal ve
bir cam parçasında şemsin timsalini tersim için, küçük bir
delikten ziyanın geçmesi ve bir evi tenvir için, bir kibrit ta-
vassut ediyor. Ve bu gibi basit esbap altında yapılan o azîm
ve garip işlerde kudretin tasarrufu gündüz gibi görünmesi
aşikârdır.
Ve keza, eşyanın esbaba isnadındaki istib’attan ve is-
tiğraptan hâsıl olan inkârdan neş’et eden dalâletlerden
hâsıl olan ıztırabat, bütün akılları, ruhları Vacibü’l-Vücud’a
firar ve iltica etmeye mecbur eder. Çünkü, ancak onun
kudretiyle, iradesiyle her müşkül hallolur ve kapalı kapı-
lar açılır. Ve onun zikriyle kalbler mutmain olurlar. Bina-
enaleyh, necat ve halâs ancak Allah’a iltica ile olur.
(2)
o
܃o
?o
?r
dG t
øp
Än
ªr
£n
J $G p
ôr
cp
òp
H n
’n
G
(1)
@ $G n
‹p
G BGh t
ôp
Øn
a
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
a’razî:
sonradan ortaya çıkan, do-
layısıyla.
aşikâr:
açık, belli, meydanda.
azîm:
büyük.
bâtın:
görünmeyen taraf, iç kısım.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
camit:
ruhsuz, cansız.
dalâlet:
hak ve hakikatten sapma,
doğru yoldan ayrılma, azma.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
firar:
kaçma, gizlice gitme.
garip:
tuhaf, hayret verici.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, sonu ol-
mayan, nihayetsiz.
halâs:
kurtulma, kurtuluş, selâme-
te erme.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya çık-
ma.
hasiyet:
bir şeye has özellik, nite-
lik.
iltica:
sığınma, güvenme, dayan-
ma.
inkısam:
bölünme, parçalanma.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için
olan iktidar, güç.
isnat:
dayandırma, mal etme, bir
şeyi bir kimseye ait gösterme.
istib’at:
akıldan uzak görme, yak-
laştıramama.
istiğrap:
şaşırma, hayret etme,
garipseme.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kudret-i ezeliye:
ezele ait kudret,
başı sonu olmayan sonsuz İlâhî
kudret, kuvvet.
külfet:
zahmet, sıkıntı.
lem’a:
parıltı.
malik:
sahip.
mecbur etme:
zorunlu yapma,
zorlama.
mutmain:
gönlü hoş, içi rahat,
emin, şüphesi olmayan, zihnini bir
şeye yatırıp rahatlamış.
müşkül:
güçlük, zorluk.
mütesavi:
birbirine müsavi olan,
eşit olan.
necat:
kurtuluş, kurtulma, halâs,
selâmet.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
sahib-i Kudret:
kudret ve güç sa-
hibi olan Allah.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
tahallül:
bozulma, halel bulma.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup ida-
re etme, mülkünü istediği gibi kul-
lanma.
tavassut:
vasıta olma, aracı olma.
tecezzi:
parçalara ayrılma, bö-
lünme, ufalanma, cüzlere ay-
rılma.
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma, ışıklandırma.
terkibat:
terkipler; bir kaç şe-
yin karıştırılmasıyla meydana
gelen şeyler.
tersim:
resmini çizme, resmi-
ni yapma.
tesir:
etki.
teşekkülât:
teşekküller, olu-
şumlar , meydana gelişler.
timsal:
örnek, numune.
vacibü’l-vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah (c.c.).
vesait-i esbap:
aracı ve araç
olan sebepler; sebepler aracı.
vücut:
var olma, varlık.
zahir:
dış yüz, görünüş.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
zat:
kendi, asıl, öz.
zatî:
zata ait, zatın kendisin-
den olan.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
zikir:
Allah’ın adlarını anarak
dua etme, Allah’ı anma.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
1.
Hepiniz Allah'a koşun. (Zariyat Suresi: 50.)
2.
Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah'ın zikriyle huzura kavuşur. (Rad Suresi: 28.)
k
aTre
| 94 | Mesnevî-i nuriye