Ve öyle bir Muhammed’dir ki (
AsM
), âlem-i şahadette
iken gaybiyattan haber verir bir beşir ve nezir olup,
bütün kuvvetiyle, kemal-i ciddiyetle ve vüsuk ile ve itmi-
nan ile, yüksek bir iman ile, nev-i beşere karşı tevhid
dinini
(1)
*G s
’p
G n
¬'
dp
G n
= ’
ile ilân ve ilâm ediyor.
Ve keza, öyle bir Allah ki, vücup ve vücuduna, celâl ve
cemaline, Vahid-i ehad olduğuna şahadet edenlerden bi-
risi de Furkan-ı Hakîm’dir.
Ve öyle bir Furkan-ı Hakîm’dir ki, bütün enbiya kitap-
larının tasdiklerine mazhardır.
Ve öyle bir Furkan-ı Hakîm’dir ki, bütün akıllar ve
kalbler, hükümlerini kabul ve tasdike icma ettikleri ve ci-
hat-ı sittesinden nurefşan bir kitaptır.
Ve öyle bir Furkan-ı Hakîm’dir ki, mazhar-ı vahiy olan
resullerce mahz-ı vahiydir, ehl-i keşif ve ilhamca ayn-ı hi-
dayettir, maden-i iman ve mecma-ı hakaiktir. Hükümle-
ri delâil-i akliye ile müeyyet ve fıtrat-ı selimenin şahade-
tiyle musaddaktır. lisanü’l-gayp olup, âlem-i şahadette,
nev-i beşeri
(2)
*G s
’p
G n
¬'
dp
G n
= ’ o
¬s
`fn
G r
º n
?`r
YÉn
a
ile tevhide emir ve da-
vet ediyor.
öyle bir Allah ki, vücub-i vücut ve vahdetine, şu kitab-ı
kebir denilen âlem bütün yazıları ve fasıllarıyla,
sahifeleriyle, satırlarıyla, cümleleriyle, harfleriyle şahadet
ettiği gibi, şu insan-ı kebir denilen kâinat da bütün
âlem:
dünya, cihan; bütün yaratıl-
mışlar.
âlem-i şahadet:
gözle gördüğü-
müz, şahit olduğumuz âlem, kâi-
nat.
ayn-ı hidayet:
hidayetin ta ken-
disi, doğru yol üzere olmanın ta
kendisi.
beşir:
müjde getiren, müjdeci.
celâl:
sonsuz büyüklük, haşmet,
ululuk, yücelik.
cemal:
güzellik.
cihat-ı sitte:
altı cihet, altı taraf.
(sağ-sol, ön-arka ve alt-üst.).
delâil-i akliye:
akıl ile bulunan
deliller, akla ait deliller, akılla an-
laşılabilen deliller.
ehl-i keşif ve ilham:
perdeli olan
ve zahir hislerle bilinmeyen haki-
katleri Allah’ın lütuf ve ihsanıyla
bilen, hisseden velîler.
enbiya:
nebiler, peygamberler.
fasıl:
kısım, bölüm.
fıtrat-ı selime:
bozulmamış yara-
tılış, sağlam huy, tabiat.
Furkan-ı Hakîm:
doğruyu yanlış-
tan ayıran hikmetli Kur’ân.
gaybiyat:
gayba, bilinmeyen
alemlere ait, gelecek ve ahirete
ait.
hüküm:
emir, buyruk.
icma:
fikir birliği etme, görüş birli-
ğine varma.
ilâm:
bildirmek, öğretmek.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
iman:
inanç, itikat.
insan-ı kebir:
büyük insan, kâinat.
itminan:
inanma, güvenme, gönül
rahatlığı içinde tereddütsüz kabul
etme.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kemal-i ciddiyet:
ciddiyetin son
derecesi, tam bir ciddiyet.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kitab-ı kebir:
büyük kitap.
lisanü’l-gayp:
gaybî bir dil; gayp-
tan, görünmeyenlerden haber ve-
ren dil.
maden-i iman:
iman kaynağı.
mahz-ı vahiy:
vahyin ta kendisi.
mazhar:
bir şeyin çıktığı göründü-
ğü yer; nail olma, şereflenme.
mazhar-ı vahiy:
vahiy indirilen,
vahiy gelen.
mecma-ı hakaik:
hakikatlerin,
gerçeklerin toplandığı yer.
musaddak:
tasdik edilmiş,
doğrulanmış, doğruluğu kabul
edilmiş.
müeyyet:
doğrulanmış, tasdik
ve teyit edilmiş.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
nezir:
insanları doğru yola
sevk etmek uyararak korku-
tan, uyaran.
nurefşan:
nur saçan, aydınla-
tan.
resul:
Allah’ın elçisi, peygam-
ber.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
tasdik:
bir şeyin veya kimse-
nin doğruluğuna kesin olarak
hükmetme.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
vahdet:
birlik ve teklik.
vahid-i ehad:
bir olan ve bir-
liği her bir şeyde tecelli eden
Allah (c.c.).
vücub-i vücut:
varlığı gerekli
olmak, olmaması imkânsız ol-
mak, varlığı zarurî ve vacip ol-
mak.
vücup:
vacip ve lüzumlu ol-
ma, gereklilik.
vüsuk:
sağlam inanma, gü-
venme.
1.
Allah'tan başka ilâh yoktur. (Muhammed Suresi: 19.)
2.
Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. (Muhammed Suresi: 19.)
k
aTre
| 88 | Mesnevî-i nuriye