evet, altı gün zarfında, o karışık nebatatın tohumların-
dan ölmüş, çürümüş, kaybolmuş olan cesetleri galatsız,
haltsız kemâ fi’s-sabık inşa ve iade etmekle, arz meyda-
nında nebatî haşirleri yapan kudret, semavat ve arzı altı
günde halk etmesinden âciz değildir. Ve o kudrete naza-
ran göz işareti kadar kolay olan haşr-i insanîyi yapma-
mak imkânı var mıdır? evet, haşr-i nebatîde, kelimeleri,
yazıları tamamen silinmiş üç yüz bin kadar sahifeleri bir-
likte, bilâhalt ve bilâgalat kısa bir zamanda eski yazıları-
nı iade eden bir kudrete tek bir sahifeden ibaret bulunan
haşr-i insanî ağır gelir mi? Hâşâ!
İşte o kudret sahibi, lisan-ı kur’ân ile emrettiği,
n
?p
d'
P s
¿p
G Én
¡p
Jr
ƒn
e n
ór
©n
H ¢n
Vr
Qn
’r
G p
»r
ëo
j n
?r
«n
c $G p
án
ªr
Mn
Q p
QÉn
`K'
G = '
‹p
G r
ôo
¶r
fÉn
a
(1)
@ l
ôj/
ón
b m
Ar
Àn
T u
?o
c '
¤n
Y n
ƒo
gn
h '
?Jr
ƒn
Ÿr
G »p
«r
ëo
ªn
d
ayet-i kerîmesi, bu meselenin hakikat olduğuna sarahat-
le şahadet ediyor.
Ey aziz arkadaş!
Cenab-ı Hakkın şu tasarrufatından ve şuunatından an-
laşıldı ki, arz meydanında yapılan nebatî haşirler ve ne-
şirler ve sair içtima ve iftiraklar, maksud-i bizzat değildir.
Çünkü, öteki âlemin meydan-ı kebirinde yapılan o büyük
ve mühim ihtifaller ile kısa bir zamanda yapılan şu cüz’î
gayr-i sabit bu semereler arasında münasebet yoktur.
Ancak, bu cüz’î semereler birtakım misal ve numuneler-
dir ki, bunların suret ve neticelerine o mecma-ı kebirde
muameleler tatbik ve icra edilsin.
Mesnevî-i nuriye | 79 |
l
âsiYYemalar
ibaret:
meydana gelen, oluşan.
icra:
yürütme, bir işi yerine getir-
me.
içtima:
toplanma, bir araya gel-
me.
iftirak:
ayrılma, dağılma.
ihtifal:
tören, merasim.
inşa:
vücuda getirme, yaratma.
kemâ fi’s-sabık:
eskisi gibi.
Kudret sahibi:
bütün varlığı çev-
releyen ezelî kuvvet sahibi Allah.
kudret:
güç, kuvvet.
lisan-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın dili.
maksud-i bizzat:
kendi maksadı,
şahsî gaye, şahsî amaç.
mecma-ı kebir:
büyük toplanma
yeri, ahiret.
mesele:
konu.
meydan-ı kebir:
büyük meydan.
misal:
benzer, örnek.
muamele:
işlem.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
nazaran:
nispeten, kıyaslayarak,
göre.
nebatat:
bitkiler.
nebatî:
bitkisel.
neşir:
kıyamet günü bütün ölüle-
rin dirilmesi.
numune:
örnek.
sair:
diğer, başka, öteki.
sarahat:
sarihlik, açıklık, belirlilik.
semavat:
semalar, gökler.
semere:
meyve, yemiş.
suret:
biçim, görünüş, yüz, çehre.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şuunat:
şuunlar, keyfiyetler, hâl-
ler; işler.
tasarrufat:
tasarruflar, idare et-
meler.
tatbik:
yerine getirme, uygulama.
zarfında:
süresince.
1.
Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu
yapan elbette ölüleri de öyle diriltecektir. O her şeye hakkıyla kadirdir. (Rum Suresi: 50)
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
arz:
yer, dünya.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın aye-
ti; azamet ve şerefi olan ayet.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
bilâgalat:
yanlışsız, yanılma-
dan.
bilâhalt:
karıştırmadan, hata-
sız.
ceset:
ölü vücut, naaş.
cüz’î:
küçük, az.
galat:
yanlış, yanılma, hata,
bozulma.
gayr-i sabit:
durgun ve hare-
ketsiz olmayan, doğruluğu is-
pat edilmemiş.
hakikat:
gerçek, doğru.
halk:
yaratma, yoktan var et-
me.
halt:
karıştırma, hata etme.
hâşâ:
asla, kat’iyen, hiç bir va-
kit.
haşir:
yeniden toplanma, bir
araya gelme.
haşr-i insanî:
insanın haşri, kı-
yametten sonra insanın diril-
tilip, bir araya getirilmesi.
haşr-i nebatî:
bitkilere ait ha-
şir, bitkilerin yeniden diriltil-
mesi.
iade:
geri dönderme, geri çe-
virme.