Mesnevi-i Nuriye - page 78

muvakkat temeller ve esaslar üzerine bina edilemez ve
bu mütebeddil, belâlı, kederli, fânî dünya üzerine kaim
olamaz. Ancak bu dünya, o azametli rububiyetin pek
azîm ve geniş dairesi içinde, insanları tecrübe ve imti-
han, kudretin mu’cizelerini teşhir ve ilân için kurulmuş
muvakkat bir menzildir ki, tahrip edilip pek muazzam,
geniş, ebedî ve bâkî bir âleme cüz olmak için tebdil edi-
lecektir. Binaenaleyh, bu tebeddülât ma’razı olan âlemin
sânii için, diğer tagayyürsüz, sabit bir âlemin vücudu za-
rurîdir.
Maahaza, zahirden hakikate geçen ervah-ı neyyire as-
habı ve kulûb-i münevvere aktabı ve ukul-i nuraniye er-
babı ve kurb-i huzur-i İlâhîde dâhil olanlar, o zat-ı zülce-
lâl’in, mutîler için bir dâr-ı mükâfat ve asiler için bir dâr-ı
mücazat ihzar ettiğini ve pek metin vaatler ile şedit teh-
ditleri olduğunu kat’î ihbar ediyorlar. Malûmdur ki, vaat-
leri ifa etmemek bir züldür. Hâlık-ı Âlem zül ve zilletler-
den münezzehtir. Ve aynı zamanda, o hakikati ihbar
eden ehl-i hakikat ve enbiya ve evliya ve asfiya cemaat-
lerine kâinat bütün âyâtıyla, kelimatıyla zahir olarak ih-
barlarını teyit ve takviye ediyor.
ey insan! Bu haberden daha doğru bir haber ve bu
sözden daha doğru bir söz var mıdır?
Ve keza, Bu Âlemin Mutasarrıfı, dar ve muvakkat şu
arz meydanında, âlem-i ahiretin büyük meydanının çok
misallerini, numunelerini her vakit gösteriyor. ezcümle,
bahar mevsiminde arzın sathında yapılan nebatî haşirle-
re dikkat lâzımdır.
aktap:
sahipler, efendiler, azizler.
âlem-i ahiret:
ahiret âlemi.
arz:
yer, dünya.
asfiya:
safiyet ve takva sahibi
olan, Hz. Peygamberin (asm) vâri-
si hükmünde, onun meslek ve ga-
yelerini hayata geçirmeye çalışan
âlim zatlar.
ashap:
büyük bir meslek veya
mezhep sahibine uyanlar.
asi:
isyan eden, başkaldıran.
azamet:
büyüklük, ululuk, yüce-
lik.
azîm:
büyük, yüce, ulu.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve kalı-
cı olan.
bina:
kurma, dayandırma.
cüz:
kısım, parça.
dâr-ı mücazat:
işlenen suçlara
karşı ceza verilme, ceza çektirilme
yeri.
dâr-ı mükâfat:
mükâfat yurdu,
ahiret; cennet.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ehl-i hakikat:
hakikati arzulayan-
lar, gerçeği bulup onun peşinden
gidenler; Allah adamı.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
erbap:
ulu, reis, başkan.
ervah-ı neyyire:
nur saçan ruhlar.
evliya:
velîler, Allah dostları.
hakikat:
gerçek, görülen bir şeyin
aslı esası.
Hâlık-ı Âlem:
âlemin yaratıcısı,
bütün âlemi yaratan, Allah.
haşir:
yeniden toplanma, bir ara-
ya gelme.
ifa:
bir işi yapma, yerine getirme.
ihbar:
haber verme, bildirme.
ihzar:
hazır etme, hazırlama.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
kaim:
ayakta duran, ayakta bulu-
nan, ayağa kalkan.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
keder:
kaygı, acı, hüzün.
kelimat:
kelimeler, sözler.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kulûb-i münevvere:
nurlanmış,
aydınlanmış kalpler.
kurb-i huzur-i ilâhî:
Allah’ın hu-
zuruna yakın olma.
maahaza:
bununla birlikte, böyle
olmakla beraber.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
ma’raz:
sergi, teşhir yeri.
menzil:
yer, konak.
metin:
sağlam ve dayanıklı.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların âciz kaldığı şey.
muazzam:
çok büyük, ulu, yüce.
mutasarrıf:
tasarruf eden, tasar-
l
âsiYYemalar
| 78 | Mesnevî-i nuriye
ruf sahibi olan, her şeyin sahi-
bi olan, malik.
mutî:
itaat eden, boyun eğen.
muvakkat:
geçici.
münezzeh:
arınmış, tenzih
edilmiş, uzak.
mütebeddil:
kararsız.
nebatî:
bitkisel.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın
her zaman, her yerde, her
mahlûka muhtaç olduğu şey-
leri vermesi, onu terbiye et-
mesi ve idaresi altında bulun-
durma vasfı.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
satıh:
yüzey.
şedit:
şiddetli.
tagayyür:
değişme, başkalaş-
ma.
tahrip:
harap etme, yıkma,
bozma.
takviye:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma, teyit ve tasdik
etme.
tebdil:
değiştirme, dönüştür-
me.
tebeddülât:
tebeddüller, deği-
şiklikler, başkalaşmalar.
teşhir:
ilân etme, herkese du-
yurma; sergileme.
teyit:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma; doğru çıkarma.
ukul-i nuraniye:
nurlu akıllar.
vaat:
söz verme, ahit.
zahir:
açık, âşikar; dış yüz, gö-
rünüş.
zarurî:
zorunlu.
Zat-ı Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük ve haşmet sahibi olan zat,
Allah.
zillet:
hor ve hakir görülme,
alçalma.
zül:
hakir olma, alçalma, zillet,
hakirlik.
1...,68,69,70,71,72,73,74,75,76,77 79,80,81,82,83,84,85,86,87,88,...528
Powered by FlippingBook