kezalik,
bu dünya menzilinin ve içinde oturan insanla-
rın ahvaline dikkat edilirse anlaşılıyor ki, bu dünya ebedî
kalmak için yaratılmış bir menzil değildir; ancak Cenab-ı
Hakkın ebedî ve sermedî olan Dârüsselâm menziline da-
vetlisi olan mahlûkatın içtimaları için bir han ve bir bek-
leme salonudur.
Bu dünya menzilinde görünen leziz şeyler, lezzet ve
zevk için değildir. Çünkü, visallerinin lezzeti, firaklarının
elemine mukabil gelmez.
Maahaza, o lezzetlerden hiç
kimse tam manasıyla muradına nail olamaz. Ya o lezzet-
lerin ömürleri kısa olur; veya insanın ömrü kısa olduğun-
dan, muradına yetişemez. Ancak, o lezzetler ve o nefis
şeyler, ibret ve şükre sevk içindir. Çünkü, onlar Cenab-ı
Hakkın ehl-i iman için cennetlerde ihzar ettiği hakikî ni-
metlere numunelerdir.
Ve o müzeyyen masnuat-ı fâniye, fenâ ve adem için
değildir. Ancak, onların suretleri ve misalleri, manaları,
neticeleri alınır; âlem-i bekada, ehl-i beka için ebedî
manzaraların yapılmasına medar olurlar. Yahut ebedî
âlemde, sâni-i ebedî, istediği şekillere sokar. Çünkü, o
masnuat beka içindir. onların o zahirî ölüm ve fenâları,
vazifelerinden terhistir, idam değildir. evet, onların
ölümleri fenâ olsa bile, yalnız bir cihetten fenâya gider,
çok cihetlerden bâkî kalır.
Meselâ, kudret-i ezeliyenin yarattığı şu gül çiçeğine
bak. evet, nasıl bir kelime ağızdan çıkar çıkmaz zahiren
fenâya giderse de, Allah’ın izniyle, kulaklarda, kâğıtlarda,
adem:
yokluk, hiçlik.
ahval:
hâller, durumlar.
âlem-i beka:
sonsuzluk âlemi,
ahiret.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve kalı-
cı olan.
beka:
ebedî hayata ulaşma.
cihet:
yön.
Dârüsselâm:
cennet.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ehl-i beka:
bâkî olanlar, sonsuza
dek yaşayanlar.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
elem:
dert, üzüntü, maddî-mane-
vî ıztırap.
fenâ:
yokluk, son bulma, geçicilik.
firak:
ayrılık.
hakikî:
gerçek.
han:
yolcuların misafir olarak kal-
dığı yer.
ibret:
bir durumdan veya olaydan
ders alma, ders çıkarma.
içtima:
toplanma, bir araya gel-
me.
idam:
yok olma.
l
âsiYYemalar
| 74 | Mesnevî-i nuriye
ihzar:
hazır etme, hazırlama.
kezalik:
keza, bu da öyle,
böylece.
kudret-i ezeliye:
ezele ait
kudret, başı-sonu olmayan
sonsuz İlâhî kudret, kuvvet.
leziz:
lezzetli, tatlı.
Mahaza:
bununla birlikte,
böyle olmakla beraber.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah ta-
rafından yaratılanlar.
masnuat:
sanatla yapılmış
şeyler.
masnuat-ı fânîye:
geçici sa-
natlar, yok olmaya mahkûm
sanatlar.
medar:
sebep, vesile.
menzil:
yer, konak.
meselâ:
örneğin.
misal:
görünüş ve biçim.
mukabil:
karşılık.
murat:
istek, arzu dilek.
murat:
maksat, meram.
müzeyyen:
ziynetlendirilmiş,
süslü.
nail:
kavuşan, ulaşan, eren.
nimet:
Allah’ın bağışladığı
maddî ve manevî lütuf ve ik-
ramlar.
numune:
örnek.
sâni-i ebedî:
ebedî, daimî ve
sonsuz olan sanatkâr; Allah.
sermedî:
ebedî, daimî, sürek-
li.
suret:
surat, yüz, çehre.
şükür:
Allah’ın nimetlerine
karşı memnunluk gösterme,
gerek dil ile gerekse hâl ile Al-
lah’ı hamd etme.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma.
vazife:
görev.
visal:
ulaşma, kavuşma.
zahiren:
görünüşte.
zahirî:
görünürde.