evet, Hâlık-ı Vahid kabul edilmediği takdirde, kâinatın
zerrat ve mürekkebatı adedince sonsuz ilâhların kabulü-
ne mecburiyet hâsıl olur. Ve aynı zamanda, her bir ilâ-
hın şu kâinatı halk etmeye kadir olması lâzımdır. Çünkü,
zîhayatın her bir cüz’îsi, zevi’l-hayatın küllüne, yani umu-
muna bir fihristedir. Cüz’îyi halk eden, küllîyi de halk et-
meye kadir olmalıdır...
• Ve keza, ziyasız güneşin vücudu mümkün olmadığı
gibi, ulûhiyet de tezahürsüz olamaz. tezahürü ise, irsal-i
rusül ile olur. Ve keza, hadd-i kemale baliğ olan en yük-
sek bir cemalin bilinmesi, görünmesi, gösterilmesi için
resullerin tarifi lâzımdır. Ve keza, kemal-i cemale baliğ
olan kemal-i hüsn-i sanat, resullerin delâletiyle olur.
• Ve keza, rububiyet-i amme, ubudiyet-i külliye ister.
Bu da zülcenaheyn resullerin vahdet-i İlâhiyeyi halka ilân
etmeleri ile mümkün olur.
• Ve keza, bir hüsün sahibinin isteği olmasa ve bir âyi-
ne bulunmasa ve tarif edici bir şahıs tavassut etmezse,
onun hüsnünün görünmesi, gösterilmesi mümkün değil-
dir. Bu da ancak resuller vasıtasıyla olur. Çünkü resul
ubudiyetiyle Hâlık’ın hüsnüne âyinedir, risaleti cihetiyle
de halka izhar ve ilân eder.
• Ve keza, bir zatın cevahirle, zîkıymet eşya ile dolu
hazinelerini açıp halka göstermek ve arz etmekle, o za-
tın kudretini, zenginliğini, saltanatını ilân etmek için, an-
cak o zatın müsaadesiyle ve iradesiyle emir ve tayin edil-
miş bir memur lâzımdır. İşte o memur, resuldür.
arz:
sunma, bildirme.
âyine:
ayna, mir’at.
baliğ:
ulaşmış, erişmiş.
cemal:
güzellik.
cevahir:
cevherler, elmaslar, kıy-
metli taşlar.
cihet:
yön.
cüz’î:
az bir parça.
delâlet:
delil olma, gösterme; alâ-
met, işaret.
emir:
iş buyurma, buyruk.
fihriste:
katalog, liste.
hadd-i kemal:
olgunluk haddi, ke-
malât haddi.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
Hâlık-ı vahit:
bir ve tek olan ya-
ratıcı, Allah.
halk:
yaratma, yoktan var etme.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya çık-
ma.
hüsün:
güzellik.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda olan ik-
tidar, güç.
irsal-i rusül:
peygamber gönder-
me, Cenab-ı Hakkın insanlara pey-
gamber göndermesi.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kadir:
bir işi yapmaya gücü yeten,
kuvvet sahibi olan.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kemal-i cemal:
cemalin mükem-
melliği, tam bir manevî güzellik ve
olgunluk.
kemal-i hüsn-i sanat:
sanattaki
güzelliğin mükemmel ve kusursuz
olması.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
l
âsiYYemalar
| 64 | Mesnevî-i nuriye
küllî:
bütün olan, tümel.
mecburiyet:
mecbur olma,
zarurîlik durumu, zorunluluk.
mürekkebat:
mürekkep şey-
ler, bileşikler, karışımlar.
müsaade:
izin.
resul:
Allah’ın elçisi, peygam-
ber.
risalet:
elçilik, resullük, pey-
gamber olarak gönderilme.
rububiyet-i amme:
Cenab-ı
Allah’ın her şeyi içine alan ter-
biye ediciliği.
saltanat:
sultanlık, padişahlık,
hükümdarlık.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını
içine alacak şekilde anlatma.
tavassut:
vasıta olma, aracı
olma.
tayin:
belirleme, yerini belli
etme.
tezahür:
görünme, belirme,
ortaya çıkma.
ubudiyet:
kulluk.
ubudiyet-i külliye:
büyük,
geniş ve umumî kulluk.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allah’ın hâki-
miyeti ile kâinattaki her şeyi
kendisine ibadet ve itaat ettir-
mesi.
umum:
bütün, hepsi.
vahdet-i ilâhiye:
Allah’ın bir
ve tek olması.
vasıta:
aracılık.
zat:
azamet ve ululuk sahibi
olan.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zevi’l-hayat:
hayat sahipleri,
canlılar.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîkıymet:
kıymet sahibi, kıy-
metli.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
zülcenaheyn:
çift kanatlı, iki
kanatlı.