Bir ateşin sür’atle tedvirinden hâsıl olan daire-i vehmi-
ye gibi, her şeyin tarih-i hayatını bildiren ve kadere me-
dar olan ve mukadderat-ı eşya denilen şu ikinci suret,
makuledir. suret-i maddiye itibarıyla her şeyin bir niha-
yeti, bir gayesi olduğu gibi, suret-i maneviye itibarıyla da
bir nihayeti ve gizli bazı hikmetler için bir gayesi de var-
dır. Binaenaleyh
her şeyin suret-i maddiyesinde, kudret-i
Rabbanî ustadır, kader mühendistir; suret-i maneviyesin-
de ise, kader mistardır, yani teşekkülâtın çizgilerini çizer,
kudret mastardır, yani o çizgiler üstünde yapılan teşek-
külât kudretten sudûr eder
.
ey kâfir! Bunu işittikten sonra iyice düşün! Bir zerre-
ye, bir terzilik sanatını öğretmeye kudretin var mıdır?
kendine hâlık ittihaz ettiğin tabiat ve esbap, her şeyin
muhtelif ve mütenevvi suretlerini biçip dikmesine kudret-
leri var mıdır?
Bak, ey gözden mahrum kâfir!
Şecere-i hilkatin seme-
resi ve kuvvet ve ihtiyârca esbaptan üstün olan insan,
terziliğin bütün kabiliyetlerini bilgilerini cem edip dikenli
bir şecerenin azalarına uygun bir gömleği dikemez. Hâl-
buki, Sâni-i Hakîm her şeyin neması zamanında pek
muntazam, cedit ve taze taze gömlekleri ve yeşil yeşil
hulleleri kemal-i sür’at ve sühuletle yapar, giydirir. Fe-
sübhanallah!
Evet, münezzehtir. Her şeyin vücudu emrine bağlı
olan Allah münezzehtir. Her şeyin iç yüzü elinde bulu-
nan Sâni münezzehtir. Bütün mahlûkata merci olan Sâ-
ni münezzehtir.
Mesnevî-i nuriye | 59 |
l
âsiYYemalar
mahrum:
bir şeye sahip olama-
yan, yoksun.
makule:
aklın uygun bulduğu
şeyler, makul olanlar.
mastar:
kaynak, bir şeyin çıktığı
yer.
medar:
sebep, vesile.
merci:
merkez, kaynak.
mistar:
bir şeyin kalıbı, ölçeği.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
mukadderat-ı eşya:
eşyanın mu-
kadderatı, eşya hakkında Allah’ın
takdir ettiği durumlar.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, dü-
zenli ve düzgün biçimde.
münezzeh:
arınmış, tenzih edil-
miş, uzak.
mütenevvi:
aynı cinsten olma-
yan, nevi nevi, çeşit çeşit.
nema:
büyüme, uzama.
nihayet:
son.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
sâni-i Hakîm:
hikmet sahibi olan,
her şeyi sanatla ve hikmetle yara-
tan Allah.
semere:
meyve, yemiş.
sudûr:
sâdır olma, meydana çık-
ma, çıkma, olma.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
suret-i maddiye:
maddî görünüş,
şekil.
suret-i maneviye:
manevî görü-
nüş.
sür’at:
çabuk olma, hızlılık.
şecere:
ağaç.
şecere-i hilkat:
yaratılış ağacı.
tabiat:
yaratılış ve yaşayışa dair
konulan kanunlar, esaslar
tarih -i hayat:
hayat tarihi.
tedvir:
daire şekline sokma, yu-
varlaklaştırma.
teşekkülât:
teşekküller, oluşum-
lar , meydana gelişler.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
cedit:
yeni, kullanılmamış.
cem:
toplama, biriktirme.
daire-i vehmiye:
vehmî daire,
aslında var olmadığı hâlde var
kabul edilen daire.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fesübhanallah:
Allah (c.c.) ne
güzel yaratmış; Allah bütün
noksanlıklardan münezzehtir,
her şey kendine tesbih eder
anlamında olup hayret ve ta-
accübü ifade için söylenir.
gaye:
maksat, hedef.
hâlık:
yoktan yaratan, var
eden.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya
çıkma.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
hulle:
elbise.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi is-
tek ve arzularına göre hareket
etme.
itibarıyla:
yüzünden, dolayı-
sıyla, bakımından.
ittihaz:
edinme, kabul etme.
kabiliyet:
beceriklilik, yete-
nek.
kader:
İlâhî hüküm; Cenab-ı
Hakkın takdir ve tayin etmesi.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti in-
kâr eden, dinsiz.
kemal-i sühulet:
kolaylığın
son derecesi, tam bir kolaylık.
kemal-i sür’at:
tam sür’at,
mükemmel hız.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı
çevreleyen ezelî kuvveti.
kudret-i rabbanî:
her şeyi
terbiye ve idare eden Allah’ın
sonsuz kudreti, kuvveti.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah ta-
rafından yaratılanlar.