arasında bu makama daha lâyık diğer bir şahıs var mı-
dır?
ey gözleri sağlam ve kalbleri kör olmayan insanlar!
Bakınız, insan âleminde iki daire ve iki levha vardır:
• Birinci daire,
rububiyet dairesi’
dir; ikinci daire,
ubu-
diyet dairesi’
dir.
• Birinci levha,
hüsn-i sanat’
tır; ikinci levha ise,
tefek-
kür ve istihsan’
dır.
Bu iki daire ile iki levha arasındaki münasebete bakı-
nız ki,
ubudiyet dairesi bütün kuvvetiyle rububiyet daire-
si hesabına çalışıyor. Tefekkür, teşekkür, istihsan levha-
sı da bütün işaretleriyle hüsn-i sanat ve nimet levhasına
bakıyor.
Bu hakikati gözünle gördükten sonra, rububiyet ve
ubudiyet dairelerinin reisleri arasında en büyük bir mü-
nasebetin bulunmamasına aklınca imkân var mıdır? Ve
sâniin makasıdına kemal-i ihlâsla hizmet eden ubudiyet
reisinin sâni ile azîm bir münasebeti ve kavi bir intisabı
ve o intisapla her iki daire reisleri arasında bir muarefe
ve mükâleme ve alışverişin olmamasına ihtimal var mı-
dır? öyleyse, bilbedahe tahakkuk etti ki,
ubudiyet reisi,
rububiyetin has mahbup ve makbulüdür.
ey insan! Bu süslü masnuatı enva-ı mehasinle tezyin
eden ve bütün zîhayat olanların zevklerine, iştihalarına
göre bu kadar nimetleri in’am eden sâniin en kâmil, en
Mesnevî-i nuriye | 55 |
r
eşhalar
durma vasfı.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
tahakkuk:
gerçekleşme, kesinleş-
me.
tefekkür:
derin düşünme; eşya-
nın hakikatini, yaratıcının sırlarını
kavramak ve ibret almak için zih-
nen ve kalben düşünme.
tezyin:
süsleme, ziynetlendirme.
ubudiyet:
kul olduğunu bilip Al-
lah’a itaat ve ibadet etme.
zîhayat:
hayat sahibi.
azîm:
büyük.
beyan:
anlatma, açıklama, de-
liller göstererek ispatlama.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr ola-
rak.
cemîl:
güzel.
enva-ı mehasin:
çeşit çeşit
güzellikler.
hakikat:
gerçek, esas.
hüsn-i sanat:
sanat güzelliği.
ihtimal:
olabilirlik.
imkân:
mümkün olma, olabi-
lirlik.
in’am:
nimet verme, nimet-
lendirme, ihsan etme.
intisap:
mensup olma, bağ-
lanma, girme.
istihsan:
güzel bulma, beğen-
me.
kâmil:
olgun, mükemmel.
kavi:
kuvvetli, güçlü.
kemal-i ihlâs:
ihlâsın mükem-
mel oluşu, mükemmel ve ku-
sursuz samimiyet, ihlâs.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
levha:
manzara, görünüş.
mahbup:
sevgili, sevilen, mu-
habbet edilen.
makam:
büyük yer, mevki.
makasıd:
maksatlar, gayeler.
makbul:
kabul edilmiş, geçer-
li, reddedilmeyen.
masnuat:
sanatla yapılmış
şeyler.
muarefe:
karşılıklı görüşme,
tanışma; birbirini bilip tanıma.
mükâleme:
konuşma.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
reis:
başkan.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın
her zaman, her yerde, her
mahlûka muhtaç olduğu şey-
leri vermesi, onu terbiye et-
mesi ve idaresi altında bulun-