Mesnevi-i Nuriye - page 51

merhamet eder. Bu duaların neticesinde yapılan terbiye
ve tedbirler öyle bir intizamla cereyan eder ki, o terbiye-
lerin ancak bir semî ve Basîr, bir Alîm ve Hakîm’den ol-
duğuna şüphe bırakmaz.
Acaba o zat, o minberde Arşa müteveccihen ellerini
kaldırarak yaptığı dua ile ne istiyor ki bütün mahlûkat
“Âmin” söylüyor?
evet, o zat, Cenab-ı Hakkın rızasını ve cennette mü-
lâkat ve rü’yetiyle saadet-i ebediyeyi istiyor. Bu istenilen
şeylerin icadına rahmet, hikmet, adalet gibi sayısız esbap
olmadığı takdirde, o zat-ı nuranînin tek duası ve tazarru
ile niyaz etmesi, cennetin icadına ve itâsına kâfidir. Bi-
naenaleyh, o zatın risaleti, imtihan ve ubudiyet için şu
dünyanın kurulmasına sebep olduğu gibi, o zatın ubudi-
yetinde yaptığı dua, mükâfat ve mücazat için dâr-ı ahire-
tin icadına sebep olur.
evet, bu yüksek intizam ve geniş rahmet ve güzel sa-
nat ve kusursuz cemal ile zulüm ve çirkinlik arasında te-
zat vardır; içtimaları mümkün değildir.
evet, edna bir sesi, edna bir kimseden, adî bir iş için
işitip kabul etmekle, en yüksek bir savtı, en büyük bir iş
için işitip kabul etmemek, emsalsiz bir kubuh ve çirkinlik
ve bir kusurdur. Bu ise mümkün değildir. Çünkü, hüsn-i
zatî, kubh-i zatîye inkılâp eder. İnkılâb-ı hakaik ise mu-
haldir.
Mesnevî-i nuriye | 51 |
r
eşhalar
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
itâ:
verilme.
kâfi:
yeter, yeterli.
kubh-i zatî:
zatında çirkinlik, bir
şeyin zatında çirkin olması.
kubuh:
çirkinlik.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah tara-
fından yaratılanlar.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, esirgemek.
muhal:
imkânsız.
mücazat:
bir suça karşı verilen ce-
za.
mükâfat:
iyi bir iş veya hizmetten
dolayı verilen şey, ödül.
mülâkat:
kavuşma, buluşma, bir-
leşme.
müteveccihen:
teveccüh ederek,
yönelerek.
niyaz:
yalvarma, yakarma.
rahmet:
şefkat, merhamet, bağış-
lama ve esirgeyicilik.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
risalet:
elçilik, resullük, peygam-
ber olarak gönderilme.
rü’yet:
görme, bakma, seyretme.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
savt:
ses, seda.
semî:
gizli ve açık her şeyi işiten
Cenab-ı Hak.
tazarru:
yalvarma, Allah’a huşû
içinde yalvarma.
tedbir:
idare etme, çekip çevirme.
terbiye:
besleyip büyütme, yetiş-
tirme.
tezat:
zıtlık, aykırılık.
ubudiyet:
kulluk.
zat:
ululuk sahibi kişi, şahıs (asm).
zat-ı nuranî:
nuranî, nurlu zat.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işkence.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilme-
si, düzenli ve dengeli oluş.
adî:
basit, bayağı, sıradan.
Alîm:
her şeyi hakkıyla bilen
Allah.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
Arş:
tüm İlâhî isimlerin görün-
düğü en yüce makam; Allah’ın
katı.
Basîr:
her şeyi görüp bilen,
tam, eksiksiz ve kusursuz gö-
ren Allah (c.c.).
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
cemal:
güzellik, Cenab-ı Hak-
kın lütuf ve ihsanı ile tecellisi.
cereyan:
olma, meydana gel-
me.
dâr-ı ahiret:
ahiret yurdu.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
edna:
en aşağı, en basit, en
küçük.
emsalsiz:
benzersiz.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
Hakîm:
her şeyi bir maksatla
uygun ve hikmetle yaratan,
hikmet sahibi Allah.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
hüsn-i zatî:
zatının güzelliği,
bir şeyin zatında güzellik ol-
ması.
icat:
vücuda getirilme, yoktan
var edilme.
içtima:
toplanma, bir araya
gelme.
imtihan:
deneme, sınama; Al-
lah’ın çeşitli şekillerde kulları-
nı denemesi.
inkılâb-ı hakaik:
hakikatlerin
değişmesi, dönüşmesi.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
1...,41,42,43,44,45,46,47,48,49,50 52,53,54,55,56,57,58,59,60,61,...528
Powered by FlippingBook