natık birer musahhar memuru şekline giriyorlar. Ağla-
yan, müteşekki ve eytam kıyafetinde görünen insan, iba-
detinde zakir, Hâlık’ına şakir sıfatını takınıyor. Ve kâina-
tın harekât, tenevvüat, tagayyürat ve nukuşu abesiyetten
kurtuluyor. Rabbanî mektuplar, âyât-ı tekviniyeye sahife-
ler, esma-i İlâhiyeye aynalar suretine inkılâp ederler.
Hülâsa:
İman nuruyla âlem öyle terakki eder ki, “Hik-
met-i Samedâniye Kitabı” namını alıyor. Ve insan, zelil
ve fakir ve âciz hayvanların sırasından çıkar; zaafının
kuvvetiyle, aczinin kudretiyle, ubudiyetinin şevketiyle,
kalbinin şuaıyla, aklının haşmet-i imaniyesiyle hilâfet ve
hâkimiyetin zirvesine yükselmiştir. Hatta acz, fakr, ihti-
yaç ve akıl onun sukutuna esbap iken, suud ve yükselme-
sine sebep olurlar. Zulmetli, karanlıklı bir mezar-ı ekber
suretinde görünen zaman-ı mazi, enbiya ve evliyanın zi-
yasıyla ziyadar ve nuranî görünmeye başlar. Karanlıklı
gece şeklinde olan istikbal, Kur’ân’ın ziyasıyla tenevvür
eder, cennetin bostanları şekline girer. Buna binaen, o
zat-ı nuranî olmasa idi, kâinat da, insan da, her şey de
adem hükmünde kalır, ne kıymeti olur ve ne ehemmiye-
ti kalırdı.
Binaenaleyh, bu kadar garip, acip, güzel kâinat için
böyle tarifat ve teşrifatçı bir mürşid-i harika lâzımdır.
eğer bu zat (
AsM
) olmasa idi kâinat da olmazdı” mealin-
de,
(1)
n
?n
Ór
an
’r
G o
âr
?n
?n
N Én
ªn
d n
?n
’ r
ƒn
d n
?n
’ r
ƒn
d
olan hadis-i kudsî şu
hakikati tenvir ediyor.
abesiyet:
faydasız, boş, lüzumsuz
ve gayesiz oluş.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
adem:
yokluk, hiçlik.
âlem:
dünya, cihan; bütün yaratıl-
mışlar.
âyât-ı tekviniye:
kâinatta yaratı-
lan varlıkların Cenab-ı Hakkın var-
lık ve birliğine olan işaretleri, delil
oluşları.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
bostan:
sebze bahçesi.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
esma-i ilâhiye:
Allah’ın isimleri.
evliya:
velîler, Allah dostları.
eytam:
yetimler, babaları ölmüş
çocuklar.
fakr:
fakirlik, yoksulluk, muhtaç-
lık.
garip:
tuhaf, hayret verici.
hadis-i kudsî:
kutsî hadis, manası
Peygamberimize vahiy veya il-
ham edilen, sözü Peygamberimi-
ze ait olan hadis.
hâkimiyet:
hâkim oluş, hükme-
diş, egemenlik.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
haşmet-i imaniye:
imanın haş-
meti, heybeti ve büyüklüğü.
hikmet-i samedâniye:
Samed
olan Allah’ın hikmeti.
hilâfet:
halifelik, Allah adına ve yi-
ne Onun izniyle yaratılmışlar üze-
rinde çeşitli tasarruflarda bulun-
ma.
hülâsa:
kısaca, sözün kısası.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
istikbal:
gelecek zaman.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
meal:
anlam.
mezar-ı ekber:
çok büyük mezar.
musahhar:
boyun eğen, emir al-
tına giren, istenilen hâle konul-
muş.
mürşid-i harika:
olağanüstü mür-
şit, mükemmel bir şekilde doğru
yolu gösteren.
müteşekki:
şikayette bulunan, şi-
kayet eden.
natık:
konuşan, söyleyen; bildi-
ren, beyan eden.
nukuş:
nakışlar, resimler.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
rabbanî:
terbiye ve idare eden
Cenab-ı Hakka ait.
sıfat:
vasıf, nitelik.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
suud:
yukarı çıkma, yükselme.
sükût:
düşme, düşüş; suskunluk.
şakir:
Allah’ın verdiği nimetle-
re karşılık şükreden.
şevket:
büyüklük, azamet,
haşmet.
şua:
ışın, bir ışık kaynağından
uzanan ışık telleri.
tagayyürat:
tagayyürler, de-
ğişmeler, başkalaşmalar.
tarifat:
tarifler, tanıtmalar.
tenevvüat:
çeşitlenmeler, çe-
şit çeşit olmalar.
tenevvür:
nurlanma, parlama,
aydınlanma.
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma, ışıklandırma.
terakki:
yükselme, ilerleme.
teşrifat:
.
ubudiyet:
kulluk.
zaaf:
zayıflık, kuvvetsizlik.
zakir:
zikreden, zikredici.
zaman-ı mazi:
geçmiş zaman.
zat:
ululuk sahibi kişi, şahıs
(asm).
zat-ı nuranî:
nuranî, nurlu,
nurlanmış zat.
zelil:
zillete uğramış, hakir,
aşağı tutulmuş, aşağılanmış.
zirve:
doruk, en tepe.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
ziyadar:
ziyalı, ışıklı, parlak,
aydınlık.
zulmet:
karanlık.
r
eşhalar
| 44 | Mesnevî-i nuriye
1.
Sen olmasaydın [yâ Muhammed], sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım. (Keşfü’l-Hafâ, 2:164,
hadis no: 2123.)