Hâlık’ın ehad ve samed olduğuna da her bir zîhayatta iki
ayet vardır.
(HaşİYe)
On Dördüncü Lem’a
Arkadaş!
Mevcudat Cenab-ı Hakkın vücub-i vücut ve vahdetine
şahadet ettiği gibi, celâlî, cemalî, kemalî olan cemî sıfâ-
tına da delâlet etmekle, Hâlık’ın zatında naks ve kusur
olmadığını ve şuunatında, sıfâtında ve esmasında ve
ef’alinde de naks ve kusur bulunmadığını ilân ediyor.
Zi-
ra, eserin kemali bilmüşahede fiilin kemaline, fiilin ke-
mali bilbedahe ismin kemaline, ismin kemali bizzarure sı-
fatın kemaline, sıfatın kemali hads-i yakin ile şuunatın
kemaline delâlet eder. Şe’nin kemali ise, hakkalyakin bir
surette zatın kemalini gösterir.
Binaenaleyh, bir kasrın ve bir sarayın nukuş ve tezyi-
natındaki mükemmeliyet, sâni ve mühendisin yaptıkları
o nakışlar üstünde ve tezyinat altında görünen ef’alin
mükemmeliyetine delâlet eder. ef’alin mükemmeliyeti
dahi, o sâniin taktığı isim ve lâkapların mükemmeliyeti-
ni gösterir. esmanın mükemmeliyeti, sıfâtın mükemme-
liyetine delâlet eder. sıfâtın mükemmeliyeti, şuunatın
HaşİYe:
İhtar:
kâinatın eczasından her bir cüz’ün elli beş lisanla Va-
hid-i ehad ve Vacibü’l-Vücud’u ilân etmekte olduğunu, kur’ân’ın fey-
zinden fehmedip, icmalen
Katre
namındaki eserimde beyan etmişim-
dir. Arzu eden oraya müracaat etsin.
ayet:
delil.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr olarak.
bilmüşahede:
görerek, bizzat şa-
hit olarak.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
bizzarure:
zarurî olarak, ister iste-
mez, mecburen.
celâlî:
Cenab-ı Hakkın haşmet, bü-
yüklük ve kahrını gösteren; Al-
lah’ın Celâl ismine ait olan.
cemalî:
Allah’ın lütuf ve ihsanı ile
tecelli ettiği isme ait.
cemi:
topyekûn, bütün
cüz:
kısım, parça.
delâlet:
delil olma, gösterme; alâ-
met, işaret.
ecza:
cüz’ler, parçalar, kısımlar.
ef’al:
fiiller, işler.
ehad:
zatı tek olan Allah.
esma:
adlar, isimler.
fehim:
anlama, anlayış, kavrayış.
feyiz:
bolluk, bereket; ilim, irfan,
manevî gıda.
fiil:
iş, hareket.
hads-i yakin:
şüphe edilmeyecek
derecede kesin ve doğru bir şekil-
de anlama, kavrama.
hakkalyakin:
marifet mertebesi-
nin en yükseği; bir şeyi yaşayarak,
içine girerek, doğruluğundan şüp-
heye asla yer bırakmayacak bi-
çimde kesin olarak bilme.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
haşiye:
dipnot.
icmalen:
kısaltarak, kısaca, özet-
le.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlatma,
uyarı.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kasır:
saray, köşk.
Katre:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin Mesnevî-i Nuriye adlı
eseri içinde yer alan bir risale.
kemal:
olgunluk, mükemmellik,
kusursuz, tam ve eksiksiz olma.
kemalî:
mükemmellikle ilgili.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
l
em
’
alar
| 36 | Mesnevî-i nuriye
semavî kitapların sonuncusu.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
lâkap:
ünvan.
lem’a:
parıltı.
lisan:
dil.
mevcudat:
mevcutlar, var
olan her şey, mahlûklar.
mükemmeliyet:
mükemmel-
lik, kusursuzluk, eksiksizlik.
müracaat:
başvurma, danış-
ma.
nakış:
işleme, süsleme.
naks:
noksan, eksiklik.
nam:
ad.
nukuş:
nakışlar, resimler.
samed:
Cenab-ı Hakkın “Her
şey kendisine muhtaç olduğu
hâlde, kendisi hiç bir şeye
muhtaç olmayan” manasında-
ki ismi.
sâni:
sanat eseri meydana ge-
tiren.
sıfât:
vasıflar, nitelikler.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şahadet:
şahit olma, şahitlik;
açık alâmet, işaret.
şe’n:
iş, durum, özellik, yapı.
şuunat:
şuunlar, keyfiyetler,
hâller; işler.
tezyinat:
süsler, süslemeler.
vacibü’l-vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vahdet:
bir ve tek olma.
vahid-i ehad:
bir olan ve bir-
liği her bir şeyde tecelli eden
Allah.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli
olmak, olmaması imkânsız ol-
mak, varlığı zarurî ve vacip ol-
mak.
zat:
kendi, asıl, öz.
zîhayat:
hayat sahibi.