adam tarafından yapılan semeredar şecerenin terbiye ve
yapılması için de aynen o kadar malzeme lâzımdır. Yal-
nız keyfiyetçe fark olabilir.
Meselâ, bir ordu askere yapılan elbise tedariki için ne
kadar alât, edevat ve makine lâzımdır; bir neferin elbise-
si için de o kadar alât ve edevat lâzımdır. Ve keza, bir ki-
tabın bin nüshasıyla bir nüshasının ücreti, matbaaca bir-
dir. Bazen de tek bir nüshanın tab’ı, daha fazla bir ücre-
te tâbi tutulur. Buna kıyasen, bir matbaayı bırakıp çok
matbaalara başvurulursa, bir kaç kat fazla ücretlerin ve-
rilmesi lâzım gelir.
evet, kesret vahdete isnat edilmediği takdirde, vahde-
ti kesrete isnat etmek mecburiyeti hâsıl olur. demek, da-
ğınık bir nev’in icadındaki sühulet-i harika, vahdet ve
tevhid sırrına bağlıdır.
On Birinci Lem’a
Arkadaş!
Bir nev’in efradı arasındaki tevafuk ve bir cinsin envaı
arasında aza-i esasiyede bulunan müşabehet, sikkenin it-
tihadına, kalemin vahdetine delâlet ettiklerinden anlaşılı-
yor ki, bütün mütevafık ve müteşabihler, yani birbirine
benzeyen çokluk, bir zat-ı Vahid’in eser-i sanatıdır.
kezalik, inşa ve icatlarda görünen şu sühulet-i mutla-
ka, bütün mevcudatın bir sâni-i Vahid’in eseri olduğunu,
vücup derecesinde istilzam ediyor. Aksi hâlde, suubet,
Mesnevî-i nuriye | 33 |
l
em
’
alar
olan, denk bulunan.
nefer:
asker, er.
nevi:
çeşit, tür.
nüsha:
birbirinin aynı olan suret-
lerin her biri.
sâni-i vahit:
bir olan ve her şeyi
sanatla yaratan Allah.
semeredar:
meyveli, faydalı neti-
celer veren.
sır:
gizli hakikat.
sikke:
alâmet, nişan, turra.
suubet:
güçlük, zorluk.
sühulet-i harika:
olağanüstü ko-
laylık.
sühulet-i mutlaka:
sonsuz ve
tam kolaylık.
şecere:
ağaç.
tab:
basma.
tâbi:
bir şeye uyan.
tedarik:
sağlama, temin etme,
karşılama.
terbiye:
bakma, yetiştirme, eğit-
me, sevk ve idare etme.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbi-
rine denk gelme.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna inan-
ma, birleme.
vahdet:
birlik ve teklik.
vücup:
vacip ve lüzumlu olma,
gereklilik.
Zat-ı vahit:
tek ve benzersiz olan
Allah.
alât:
aletler, vasıtalar, aygıtlar.
aza-i esasiye:
varlığı gerekli
temel organlar.
cins:
canlı çeşidi.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
edevat:
bir işi yapmaya vası-
ta olan şeyler, aletler.
efrat:
fertler.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
eser-i sanat:
sanat eseri, sa-
nat değeri olan eser.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya
çıkma.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
inşa:
vücuda getirme, yarat-
ma.
isnat:
dayandırma, mal etme,
bir şeyi bir kimseye ait göster-
me.
istilzam:
gerektirme.
ittihat:
birleşme, birlik oluş-
turma.
kesret:
çokluk.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl oldu-
ğu, hâl, durum, iç yüz.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kezalik:
keza, bu da öyle,
böylece.
kıyasen:
kıyas ederek, karşı-
laştırarak.
lem’a:
parıltı.
mecburiyet:
mecbur olma,
zarurîlik durumu, zorunluluk.
meselâ:
örneğin.
mevcudat:
mevcutlar, var
olan her şey, mahlûklar.
müşabehet:
benzeme, ben-
zeyiş.
müteşabih:
birbirlerinden
ayırt edilemeyecek tarzda ni-
telik bakımından birbirine
benzeyen.
mütevafık:
birbirine uygun