güçlük öyle bir derece-i imtina ve muhaliyete çıkacaktır
ki, o cins ve nevilerin ademden vücuda çıkmalarına bir
set çekilmiş olur.
Binaenaleyh, Cenab-ı Hakkın zatında şeriki olmadığı
gibi (çünkü intizam bozulur, âlem fesada gider), fiilinde
de şeriki yoktur. Çünkü, suubetten, güçlükten dolayı âle-
min ademden çıkmamasına sebep olur.
On İkinci Lem’a
Arkadaş!
Hayat Hâlık’ın ehadiyetine bürhan olduğu gibi, mevt
de devam ve bekasına bir delildir.
evet, nasıl akan nehirlerin, dalgalanan denizlerin ka-
barcıkları ve yeryüzünde bulunan sair şeffaflar, şemsin
ziya ve timsallerini göstermekle şemsin vücuduna şaha-
det ettikleri gibi, o kabarcık gibi şeffaflar ölüp söndükten
sonra, yerlerine müteselsilen gelip geçen emsalleri, yine
şemsin ziya ve timsallerini gösterdiklerinden, şemsin de-
vam ve bekasına ve bütün o şuaat, celevat ve timsallerin
bir şems-i vahidin eseri olduklarına şahadet ediyorlar. İş-
te o şeffaflar, vücutlarıyla şemsin vücuduna ve ademleri
ve ölümleriyle de şemsin devam ve bekasına delâlet edi-
yorlar.
kezalik, mevcudat vücuduyla Vacibü’l-Vücud’un
vücub-i vücuduna ve ölüm ve zevaliyle teceddüdî bir
adem:
yokluk, hiçlik.
âlem:
dünya, cihan; bütün yaratıl-
mışlar.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, sonsuzluk.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
celevat:
cilveler, güzel görünüşler,
tecelliler.
cins:
canlı grubu.
delâlet:
delil olma, gösterme; alâ-
met, işaret.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
derece-i imtina:
imkânsızlık dere-
cesi.
ehadiyet:
Allah’ın her bir şeyde
birliğinin tecelli etmesi, görünme-
si.
emsal:
örnekler, benzerler.
fesat:
bozukluk, karışıklık, nifak.
l
em
’
alar
| 34 | Mesnevî-i nuriye
fiil:
iş, hareket.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
kezalik:
keza, bu da öyle,
böylece.
lem’a:
parıltı.
mevcudat:
mevcutlar, var
olan her şey, mahlûklar.
mevt:
ölüm.
muhaliyet:
imkânsızlık, im-
kânsız oluş.
müteselsilen:
birbirinin peşi
sıra, zincirleme olarak.
nevi:
çeşit, tür.
sair:
diğer, başka, öteki.
set:
mâni, perde, engel.
suubet:
güçlük, zorluk.
şahadet:
şahit olma, şahitlik;
açık alâmet, işaret.
şeffaf:
saydam.
şems:
güneş.
şems-i vahit:
tek güneş.
şerik:
ortak.
şuaat:
şualar, ışınlar, parıltılar.
teceddüdî:
yenilenmeyle, ye-
nilenişle ilgili.
timsal:
örnek, nümune.
vacibü’l-vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli
olmak, olmaması imkânsız ol-
mak, varlığı zarurî ve vacip ol-
mak.
vücut:
var olma, varlık.
zat:
kendi, asıl, öz.
zeval:
sona erme, yok olma,
ölme.
ziya:
ışık, aydınlık, nur, parlak-
lık.