Mesnevi-i Nuriye - page 29

Hülâsa
: sath-ı arzda, altı ay zarfında, beşerin haşrini
temsil eden o sayısız haşir ve neşirlerde görünen rububi-
yetin o tasarruf-i azîminde pek yüksek, büyük ve ince na-
kışlı bir hatemi vardır. Mahlûkatın icadında görünen şu
intizamlar, sühuletler, sür’atler, imtiyazlar hep o hatemin
parıltısından meydana geliyorlar. evet, her bahar mevsi-
minde pek hakîmâne, basîrâne, kerîmâne faaliyetler
başlar ve harikulâde sanatlar yapılır. Ve bütün bu ameli-
yat, kemal-i sür’atle, sühuletle, muntazaman cereyan et-
mekte olduğu görünür.
İşte bu harikulâde faaliyetler öyle bir zatın hatemidir
ki, hiçbir mekânda olmadığı hâlde, her mekânda ilim ve
kudretiyle hâzır ve nazırdır.
Yedinci Lem’a
Bakınız:
Aktâr-ı semavat ve arz sahifeleri üstünde ha-
tem-i ehadiyet göründüğü gibi, kâinatın he’yet-i mecmu-
asının büyük sahifesi üzerinde de pek vazıh bir surette
hatem-i tevhid görünmektedir
.
evet, bu âlem pek muhteşem bir saray veya muntazam
bir fabrika veya mükemmel bir şehirdir. Bu fabrika-i kâ-
inatın eczası, efradı ve envaı, alât ve edevatı arasında ha-
kîmâne bir muarefe ve tanışmak ve dostâne bir mükâle-
me ve konuşmak ve pek kerîmâne bir muavenet ve yar-
dımlaşmak vardır ki, kemal-i sür’atle pek uzun mesafeler-
den birbirinin savtını işitir ve ihtiyacını görür gibi derhal
imdadına yetişir, ihtiyacını defeder.
Mesnevî-i nuriye | 29 |
l
em
alar
zara.
hülâsa:
kısaca, sözün kısası.
icat:
vücuda getirilme, yoktan var
edilme.
ilim:
bilgi, marifet.
imdat:
yardım.
imtiyaz:
fark, ayrıcalık, üstünlük.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kemal-i sür’at:
tam sür’at, mü-
kemmel hız.
kerîmâne:
kerîmce, cömertçe, bol
ihsan ve ikram ile.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
lem’a:
parıltı.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah tara-
fından yaratılanlar.
mesafe:
uzaklık, ara.
muarefe:
karşılıklı görüşme, tanış-
ma; birbirini bilip tanıma.
muavenet:
yardım.
muhteşem:
haşmetli, yüce.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, dü-
zenli ve düzgün biçimde.
muntazaman:
düzgün, düzenli ve
devamlı olarak.
mükâleme:
konuşma.
nakış:
işleme, süsleme.
nazır:
nezaret eden, bakan, göze-
ten.
neşir:
dağıtma, yayma, saçma,
serpme.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde, her mahlûka
muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
onu terbiye etmesi ve idaresi al-
tında bulundurma vasfı.
sath-ı arz:
yeryüzü, rûy-i zemin.
savt:
ses, seda.
suret:
biçim, şekil, tarz.
sühulet:
kolaylık.
sür’at:
çabuk olma, hızlılık.
tasarruf-i azîm:
büyük tasarruf,
her şeyi istediği gibi idare etme.
temsil:
benzetme, misal getirme.
vazıh:
açık, aşikâr; kolay anlaşılır.
zarfında:
süresince.
zat:
azamet ve ululuk sahibi olan.
aktâr-ı semavat ve arz:
gök-
lerin ve yeryüzünün her bir
tarafı.
alât:
aletler, vasıtalar, aygıtlar.
âlem:
dünya, cihan; bütün ya-
ratılmışlar.
ameliyat:
işler, faaliyetler, uy-
gulamalar.
basîrâne:
görerek, iç yüzünü
görür şekilde.
beşer:
insan, insanlık.
cereyan:
olma, meydana gel-
me.
def:
mâni olma, kovma, orta-
dan kaldırma.
dostâne:
dostlukla, dostça.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
edevat:
bir işi yapmaya vası-
ta olan şeyler, aletler.
efrat:
fertler.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
fabrika-i kâinat:
kâinat fabri-
kası, her nimeti pak, temiz ve
kusursuz çıkaran kâinat fabri-
kası.
hakîmâne:
hikmetli bir şekil-
de.
harikulâde:
olağanüstü.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hatem:
mühür, damga.
hatem-i ehadiyet:
ehadiyet
mührü, Allah’ın birliğini göste-
ren mühür.
hatem-i tevhid:
birlik mührü,
Allah’ın bir olduğunu gösteren
mühür.
hâzır:
hazır, görünen, göz
önünde olan.
hey’et-i mecmua:
genel yapı,
şekil; bir şeyin teferruatına ve
cüzlerine bakılmaksızın bütü-
nünün gösterdiği hâl ve man-
1...,19,20,21,22,23,24,25,26,27,28 30,31,32,33,34,35,36,37,38,39,...528
Powered by FlippingBook