Mesnevi-i Nuriye - page 27

unsurun her bir cüz’ü, her bir nebatın teşkiline medar ve
menşe olabilir. evet, bir saksıdaki toprak, cihazları ve şe-
killeri ve sair sıfatları muhalif olan herhangi bir nebatın
tohumunu yeşillendirmeye kabiliyeti vardır. Binaena-
leyh, ikinci yola zehap edenlerce, o küçük saksı içerisin-
de sayısız gizli makine ve fabrikaların vücudu lâzım gelir
ki, hurafeciler dahi bundan utanıyorlar.
Beşinci Lem’a
Bir kitapta yazılı bir harf, yalnız bir cihetle kendisini
gösterir ve kendisine delâlet eder. Fakat o harf, kâtibine
çok cihetlerle delâlet eder ve nakkaşını tarif eder.
kezalik,
kitab-ı kâinatta mücessem olarak yazılan her
bir kelime, kendi miktarınca kendini gösterirse de, pek
çok cihetlerden münferiden ve müçtemian Sâniini göste-
rir, esmasını izhar eder. Ve kendi evsafıyla, eşkâliyle, na-
kışlarıyla âdeta Sâniini medih için yazılmış bir kasidedir
.
Buna binaen, meşhur Hebenneka gibi ahmaklaşan bir
adam dahi sâni-i zülcelâl’in inkârına gitmemek gerektir.
Altıncı Lem’a
Cenab-ı Hak, bütün cüz ve cüz’îlerde sikke-i mahsu-
sasını ve bütün küll ve küllîlerde has hatemini vazettiği
gibi, aktâr-ı semavat ve arzı, hatem-i vahidiyetle ve mec-
mu-i kâinatı sikke-i ehadiyetle mühürlemiştir
. Mezkûr
Mesnevî-i nuriye | 27 |
l
em
alar
lem’a:
parıltı.
mecmu-ı kâinat:
kâinatın bütünü.
medar:
sebep, vesile.
medih:
övmek.
menşe:
esas, kaynak.
meşhur:
şöhretli, ünlü, herkesin
bildiği.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
muhalif:
zıt, karşıt.
mücessem:
tecessüm etmiş, ci-
simlenmiş.
müçtemian:
toplu olarak, topluca,
hepsi birden.
münferiden:
ayrı ayrı, birer birer.
nakış:
işleme, süsleme.
nakkaş:
nakış işi yapan, nakış iş-
leyen kimse.
nebat:
topraktan biten, yetişen
her türlü şey, bitki.
sair:
diğer, başka, öteki.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
sahibi ve her şeyi sanatla yaratan
Allah.
sikke-i ehadiyet:
Allah’ın isimle-
rine mazhar olmakla değerli kıldı-
ğı her bir şeyde birliğinin tecelli
etmesi manasındaki sıfatını göste-
ren hususî işaret, alâmet, damga,
mühür.
sikke-i mahsusa:
özel, kendine
has işaret, sikke.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını içi-
ne alacak şekilde anlatma.
teşkil:
vücut verme, şekillendir-
me.
unsur:
madde, esas, kök.
vazetme:
koyma, yerleştirme.
zehap:
bir fikre veya zanna kapıl-
ma.
âdeta:
sanki.
aktâr-ı semavat ve arz:
gök-
lerin ve yeryüzünün her bir
tarafı.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
cihaz:
aza, organ.
cihet:
yön.
cüz:
kısım, parça.
cüz’î:
bütüne ait olmayan,
özel.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
esma:
isimler, adlar.
eşkâl:
biçimler, suretler, şekil-
ler, tarzlar.
evsaf:
vasıflar, nitelikler, özel-
likler.
hatem:
mühür, damga.
hatem-i vahidiyet:
birlik
mührü, Cenab-ı Hakkın kâinatı
kuşatan isim ve sıfatlarının
birliğinin mührü.
Hebenneka:
ahmaklığı ile
meşhur olmuş, ünlenmiş Ye-
zit adlı bir Arabın lâkabı.
hurafe:
sonradan uydurulan
söz, batıl inanış.
inkâr:
Allah’ın varlığına, birliği-
ne inanmama, kabul ve tasdik
etmeme.
izhar:
gösterme, belirtme.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kaside:
övgü maksadıyla ya-
zılmış şiir ve bu şiirin nazım
şekli.
kâtip:
yazan, yazıcı.
kezalik:
keza, bu da öyle,
böylece.
kitab-ı kâinat:
kâinat kitabı.
küll:
bir şeyin tamamı.
küllî:
umumî, genel, bütün
olan.
1...,17,18,19,20,21,22,23,24,25,26 28,29,30,31,32,33,34,35,36,37,...528
Powered by FlippingBook