Mesnevi-i Nuriye - page 35

teselsülle yerlerine gelen emsali, sâniin ezelî ve ebedî va-
hidiyetine şahadet ediyorlar.
evet, leyl ve neharın ihtilâfı, fusûl-i erbaanın tahavvü-
lü ve unsurların tebeddülü hengâmlarında meydana çı-
kan şu güzel mevcudat ve bu lâtif masnuatta devamla ce-
reyan eden mübadele ve devrüteslim muamelesi kat’î bir
şahadetle, sermedî, âlî, daimü’t-tecelli bir sahib-i Ce-
mal’in vücuduna ve bekasına ve vahdetine şahadet eden
kat’î bir bürhandır.
Ve keza, senevî inkılâplarda müsebbebatla esbabın
birlikte ölüm ve zevali ve sonradan ikisinin yine birlikte
iadeleri, esbabın da müsebbebat gibi âciz masnu ve mah-
lûklardan olduğuna delâlet ettiği gibi, bu masnuat ve
mevcudatın bir zat-ı Vahid’in müteceddit bir sanatı oldu-
ğuna da şahadet eder.
On Üçüncü Lem’a
Arkadaş!
zerrelerden tut seyyarelere kadar ve nakışlardan şems-
lere varıncaya kadar her şey zatında, hakikatinde sabit
olan acz ve fakrın lisan-ı hâliyle, sâniin vücub-i vücudunu
ilân eder.
Ve keza, acziyle beraber, nizam-ı umumînin bozulma-
ması için, hamil bulunduğu acip ve mühim vazifeler cihe-
tiyle sâniin vahdetine delâlet eder. Binaenaleyh, sâniin
vacip ve vahit olduğuna her şeyde iki şahit olduğu gibi,
Mesnevî-i nuriye | 35 |
l
em
alar
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin duru-
şu ve görünüşü ile bir mana ifade
etmesi.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
yaratılmış olan.
masnu:
sanatla yapılmış eşya,
varlık.
masnuat:
sanatla yapılmış şeyler.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
muamele:
davranma, davranış.
mübadele:
değiş-tokuş, karşılıklı
olarak değiştirme.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müsebbebat:
bir sebeple olanlar,
sebeple meydana çıkanlar, neti-
celer.
müteceddit:
teceddüt eden, yeni-
lenen, yenileşen.
nakış:
işleme, süsleme.
nehar:
gündüz.
nizam-ı umumî:
her şeyi ve her-
kesi içine alan nizam, herkesi ilgi-
lendiren düzen, her tarafı kapla-
yan ölçü ve düzen.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
sahib-i Cemal:
sonsuz güzellik sa-
hibi olan Allah.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
senevî:
senelik, yıllık.
sermedî:
ebedî, daimî, sürekli.
seyyare:
gezegen.
şahadet:
şahit olma, şahitlik; açık
alâmet, işaret.
şems:
güneş.
tahavvül:
değişme, dönüşme,
başkalaşma.
tebeddül:
başkalaşma, değişme.
teselsül:
zincirleme, silsile hâlinde
birbirini takip etme.
unsur:
madde, esas, birleşik bir
şeyi meydana getiren elemanlar-
dan her biri.
vacip:
varlığı zorunlu olmak.
vahdet:
birlik ve teklik.
vahit:
zatında ve sıfatlarında tek
ve yegâne olmak.
vahidiyet:
Cenab-ı Hakkın isim ve
sıfatlarının birliği ve kâinatı kuşat-
ması.
vazife:
görev.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli ol-
mak, olmaması imkânsız olmak,
varlığı zarurî ve vacip olmak.
zat:
kendi, asıl, öz.
Zat-ı vahit:
tek ve benzersiz olan
Allah.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
zeval:
sona erme, yok olma, öl-
me.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, son-
suzluk.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cereyan:
olma, meydana gel-
me.
cihet:
yön.
daimü’t-tecelli:
tecellinin sü-
rekliliği; daima kendisini gös-
teren, aralıksız tecelli eden.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
devrüteslim:
başkasına aktar-
ma ve emanet edip bırakma.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
emsal:
örnekler, benzerler.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
ezelî:
ezel ile ilgili, öncesiz,
başlangıçsız.
fakr:
fakirlik, yoksulluk, muh-
taçlık.
fusûl-i erbaa:
dört mevsim.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hamil:
yüklü, yüklenmiş.
hengâm:
zaman, sıra.
iade:
eski hâline getirme, geri
döndürme, geri çevirme.
ihtilâf:
farklı olma, ayrı oluş.
ilân:
yayma, duyurma, bildir-
me.
inkılâp:
bir hâlden başka bir
hale geçme, değişme, dönüş-
me.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
keza:
böylece, aynı şekilde.
lâtif:
tatlı, şirin.
lem’a:
parıltı.
leyl:
gece.
1...,25,26,27,28,29,30,31,32,33,34 36,37,38,39,40,41,42,43,44,45,...528
Powered by FlippingBook