Beşinci Reşha
Arkadaş!
Şu zat-ı nuranî (
AsM
), mürşid-i imanî, Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm, bak nasıl neşrettiği hakikatin
nuruyla, hakkın ziyasıyla, nev-i beşerin gecesini gündü-
ze, kışını bahara çevirerek âlemde yaptığı inkılâpla âle-
min şeklini değiştirerek nuranî bir şekle sokmuştur.
Evet, o zatın nuranî güzelliğiyle kâinata bakılmazsa,
kâinat bir matem-i umumî içinde görünecekti. Bütün
mevcudat birbirine karşı ecnebi ve düşman durumunda
bulunacaktı. Cemadat birer cenaze suretini gösterecekti.
Hayvan ve insanlar, eytam gibi zeval ve firakın korku-
sundan vaveylâlara düşeceklerdi. Ve kâinata, harekâtıy-
la, tenevvüüyle ve tagayyüratıyla, nukuşuyla tesadüfe
bağlı bir oyuncak nazarıyla bakılacaktı. Bilhassa insanlar
hayvanlardan daha aşağı, zelil ve hakir olacaklardı. İşte
o zatın telkin ettiği iman nazarıyla kâinata bakılmadığı
takdirde, kâinat böyle korkunç, zulümatlı bir şekilde gö-
rünecekti. Fakat o mürşid-i kâmilin gözüyle ve iman göz-
lüğüyle bakılırsa, her taraf nurlu, ziyadar, canlı, hayatlı,
sevimli, sevgili bir vaziyette arz-ı didar edecektir.
Evet, kâinat iman nuruyla matem-i umumî yeri olmak-
tan çıkıp mescid-i zikir ve şükür olmuştur. Birbirine düş-
man telâkki edilen mevcudat, birbirine ahbap ve kardeş
olmuşlardır. Cenaze ve ölü şeklini gösteren cemadat, ün-
siyetli birer hayattar ve lisan-ı hâliyle Hâlık’ının âyâtını
Mesnevî-i nuriye | 43 |
r
eşhalar
nazar:
bakış.
neşir:
herkese duyurma, yayma,
tamim.
nev-i beşer:
insanoğlu, insanlar.
nukuş:
nakışlar, resimler.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
resul-i ekrem:
çok cömert, kerîm
olan peygamber, Hz. Muhammed
(asm).
reşha:
sızıntı, damla.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
tagayyürat:
başkalaşmalar, değiş-
meler.
telâkki:
kabul etme, bir görüşle
bakma.
telkin:
fikir aşılama, zihinde yer
ettirme.
tenevvü:
çeşitlenme, çeşit çeşit
olma, çeşitlilik.
tesadüf:
rastlantı, bir şeyin kendi-
liğinden meydana gelmesi.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dostluk.
vaveylâ:
çığlık, feryat.
vaziyet:
durum.
zat:
kişi, şahıs.
zat-ı nuranî:
nuranî, nurlu, nurlan-
mış zat; çevresine ışık saçan kim-
se.
zelil:
zillete uğramış, hakir, aşağı
tutulmuş, aşağılanmış.
zeval:
sona erme, yok olma, öl-
me.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
ziyadar:
ziyalı, ışıklı, parlak, aydın-
lık.
zulümat:
karanlıklar, dinsizlik, zu-
lüm ve küfür.
ahbap:
dostlar.
âlem:
dünya, cihan; bütün ya-
ratılmışlar.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât
ve selâm onun üzerine olsun.
arz-ı didar:
yüz gösterme, yü-
zünün güzelliğini gösterme.
âyât:
işaretler, deliller; Allah’ın
varlık ve birliğine işaret eden
deliller.
bilhassa:
özellikle.
cemadat:
cansızlar, cansız ya-
ratıklar, katı cisimler.
cenaze:
ölü.
ecnebi:
yabancı.
eytam:
yetimler, babaları öl-
müş çocuklar.
firak:
ayrılık.
hak:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek, esas.
hakir:
aşağı, adî, itibarsız.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
harekât:
hareketler, davranış-
lar.
hayattar:
canlı, yaşayan.
iman:
inanç, itikat.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin
duruşu ve görünüşü ile bir
mana ifade etmesi.
matem-i umumî:
genel yas.
mescid-i zikir ve şükür:
zikir
ve şükür mescidi.
mevcudat:
mevcutlar, var
olan her şey, mahlûklar.
mürşid-i imanî:
iman konu-
sunda yol gösteren, iman reh-
beri.
mürşid-i kâmil:
en kâmil, en
olgun irşat edici.