kızlarını toprağa gömüp öldürürlerken müteessir bile ol-
mayan pek çok vahşî kavimler oturmakta idiler. o zat-ı
nuranî, kısa bir zamanda, o kavimlerin ahlâk-ı seyyiele-
rini kaldırarak ahlâk-ı hasene ile tebdil ettirdi. Hatta, o
zat-ı mürşidin (
AsM
) telkin ettiği iman nuru sayesinde, o
vahşî insanlar, insan âleminde insanlara muallim oldular.
Ve medeniyet dünyasında, medenîlere üstat oldular. o
zatın (
AsM
) şu kadar geniş ve azîm saltanatı, yalnız zahi-
rî bir saltanat değildir. daha geniş ve daha derin yerde
saltanat-ı bâtıniyesi vardır ki, bütün kalbleri ve akılları
kendisine cezp ve celp etmiştir. Ve bütün ruhları ve ne-
fisleri teshir etmiştir ki, kalblere mahbup, akıllara mual-
lim ve tenvir edici ve nefislere mürebbî ve ruhlara sultan
olmuş ve olmaktadır.
Sekizinci Reşha
Arkadaş!
Bilirsin ki, sigara gibi küçük bir âdeti, bir şeyi tiryaki-
sinden ref etmek pek zahmettir. Hatta büyük bir hâkim,
büyük bir azimle, küçük bir kavimde itiyat edilen bir has-
leti kaldırmakta büyük müşkülâta rast gelir. Hâlbuki bu
zat-ı nuranî, pek çok âdetleri, pek çok asabî, inatçı ka-
vimlerden, cüz’î bir kuvvetle, kısa bir zamanda kaldıra-
rak, yerlerini yüksek, nezih ahlâk ve âdetlerle doldur-
muştur.
evet, Hazret-i ömer İbnü’l-Hattab’ın (radıyallahü teâ-
lâ anh) İslâmiyetten evvel ve sonraki hâlleri bu meseleye
güzel bir misaldir. Bunun gibi, icraat-ı esasiyesinden
âdet:
görenek, usul, alışkanlık.
ahlâk-ı hasene:
güzel ahlâk, gü-
zel huy.
ahlâk-ı seyyie:
çirkin ahlâk, kötü
huylar.
âlem:
insanlar, halk.
asabî:
sinirli, öfkeli.
azim:
niyetli, kesin kararlı.
celp:
çekme, çekiş, kendine çek-
mek.
cezp:
kendine doğru çekme, çekil-
me.
cüz’î:
küçük, az.
evvel:
önce.
hâkim:
memleketi idare eden,
hükümdar.
haslet:
huy, özellik.
icraat-ı esasiye:
asla, esasa, temel
inanç ve davranışlara ait faaliyet-
ler, çalışmalar.
iman:
inanç, itikat.
itiyat:
âdet edinme, alışkanlık hâ-
line getirme, alışkanlık.
kavim:
millet; aralarında dil, âdet,
örf, kültür birliği olan insan toplu-
luğu.
mahbup:
sevgili, sevilen, muhab-
bet edilen.
medenî:
hayat tarzı, bilgi seviyesi
bakımından yüksek durumda bu-
lunan.
mesele:
konu.
misal:
örnek.
muallim:
ders veren, öğretmen.
r
eşhalar
| 46 | Mesnevî-i nuriye
mürebbî:
terbiye eden, besle-
yip büyüten Allah.
müşkülât:
müşküller, güçlük-
ler, zorluklar.
müteessir:
teessüre kapılan,
hüzünlü, kederli, mahzun.
nefis:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan, hayırlı işlerden
alıkoyan güç.
nezih:
temiz, pak, berî.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
radıyallahü anh:
Allah ondan
razı olsun.
ref:
kaldırma, giderme.
reşha:
sızıntı, damla.
ruh:
can.
saltanat:
sultanlık, padişahlık,
hükümdarlık.
saltanat-ı bâtıniye:
görünme-
yen, gizli ve iç âlemlerdeki sal-
tanat.
tebdil:
değiştirme, dönüştür-
me.
telkin:
fikir aşılama, zihinde
yer ettirme.
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma, ışıklandırma.
teshir:
cezbetme, kendine
bağlama, emri altına alma.
tiryaki:
bir şeye vazgeçeme-
yecek derecede alışmış olan.
üstat:
öğretici, öğretmen.
vahşî:
merhametsiz, duygu-
suz; medenîleşmemiş, barbar.
zahirî:
görünürde.
zahmet:
zor, güç.
zat:
ululuk sahibi kişi, şahıs
(asm).
zat-ı mürşit:
irşat eden, doğ-
ru yolu gösteren zât, kişi.
zat-ı nuranî:
nuranî, nurlu,
nurlanmış zat.