Ve keza, dünya ve ahiret saadetlerini temine kâfil ve
kâfi olan şeriatı, nübüvvetini tasdik ve ispata kâfidir. ge-
çen derslerde şems-i şeriatından bazı şuaları gördük; tat-
vil-i kelâmı mucip tekrarları lâzım değildir.
Üçüncü Reşha
Arkadaş!
o zat (
AsM
), “delâil-i afakıye” denilen haricî delillerle
musaddak olduğu gibi, “delâil-i enfüsiye” denilen, zatın-
da ve nefsinde sabit delil ve işaretlerle dahi musaddaktır.
Çünkü o zat şems gibidir; zatını zatıyla ziyalandırarak
gösterir. Meselâ, bütün ahlâk-ı hamidenin en yüksekleri
o zatta içtima etmiş olduğuna bütün âlem şahadet edi-
yor. Ve keza, en nezih hasletleri ve huyları ve en yüksek
seciyeleri cami bir şahsiyet-i maneviye sahibi olduğuna
icma vardır. Ve keza, o zatın en yüksek derecede bulu-
nan züht ve takva ve ubudiyeti, şahadetleriyle, malik ol-
duğu kuvve-i imaniye ile musaddaktır. Ve keza, siyer-i
nebeviyenin şahadetiyle, derece-i vüsuku ve kemal-i cid-
diyet ve metaneti ve bütün işlerinde ve harekâtında kuv-
ve-i emniyeti, hakka mütemessik ve hakikate salik oldu-
ğunu tasdik eden kat’î delillerdir.
evet, yaprakların yeşilliği, çiçeklerin taravet ve güzelli-
ği ve semerelerin tazeliği, ağacın canlı, hayatlı, hayy ol-
duğuna sadık şahittirler.
Mesnevî-i nuriye | 41 |
r
eşhalar
veti.
malik:
sahip.
meselâ:
örneğin.
metanet:
metin olma, dayanıklı-
lık; gayret.
mucip:
icap eden, gerektiren.
musaddak:
tasdik edilmiş, doğru-
lanmış, doğruluğu kabul edilmiş.
mütemessik:
temessük eden, bir
şeyi sımsıkı tutan ve ona yapışan.
nefis:
kişinin kendisi, şahsı.
nezih:
temiz, pak, berî.
nübüvvet:
nebîlik, peygamberlik,
Allah elçiliği.
reşha:
sızıntı, damla.
saadet:
mutluluk.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
sadık:
doğru, gerçek; sözünde,
vaadinde, işinde doğru olan.
salik:
bir yola giren, bir yolda gi-
den, bir yolu takip eden.
seciye:
karakter, huy, tabiat.
semere:
meyve, yemiş.
siyer-i nebeviye:
Hazret-i Pey-
gamberin (asm) doğumundan ve-
fatına kadar hayatının bütün saf-
halarını, bütün vasıflarını, faaliyet-
lerini, savaşlarını anlatan eser.
şahadet:
şahit olma, şahitlik; açık
alâmet, işaret.
şahsiyet-i maneviye:
manevî
şahsiyet, manevî kişilik.
şems:
güneş.
şems-i şeriat:
şeriat güneşi.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
şua:
ışın, bir ışık kaynağından uza-
nan ışık telleri.
takva:
Allah korkusuyla dinin ya-
sak ettiği şeylerden kaçınma, Al-
lah’ın emirlerini tutup azabından
korunma.
taravet:
tazelik, körpelik.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tatvil-i kelâm:
sözü uzatma.
temin:
sağlama.
ubudiyet:
kulluk.
zat:
kişi, şahıs.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
züht:
nefsî ve dünyevî arzuları
terk etme, Allah korkusuyla gü-
nahlardan kaçınıp vaktini ibadet-
le geçirme, takva.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
ahlâk-ı hamide:
övülmüş ah-
lâk.
âlem:
dünya, cihan; bütün ya-
ratılmışlar.
cami:
toplayan, içine alan,
kapsayan.
delâil-i afakıye:
afaka ait de-
liller, kâinattaki deliller.
delâil-i enfüsiye:
enfüsî delil-
ler, vücudun gerek maddî ve
gerek manevî yapısında olan
imana ait hükümleri ispat
eden deliller.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, bürhan.
derece-i vüsuk:
güvenilir ol-
ma derecesi.
hak:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek, doğru.
harekât:
hareketler, davranış-
lar.
haricî:
dışa ait, dış dünya ile il-
gili.
haslet:
güzel huy, iyi özellik.
hay:
diri, sağ, canlı.
huy:
yaratılıştan olan karak-
ter, mizaç.
icma:
fikir birliğii etme.
içtima:
toplanma.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
kâfi:
yeter, yeterli.
kâfil:
kefil olan, bir işi yükle-
nen, üstüne alan.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kemal-i ciddiyet:
ciddiyetin
son derecesi, tam bir ciddiyet.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kuvve-i emniyet:
güven duy-
gusu.
kuvve-i imaniye:
iman kuv-