böyle bir şahıstan zerre miskal bir hilenin bu meseleye
karışmasına imkân var mıdır? Hâşâ!
(1)
»'
Mƒo
j l
»r
Mn
h s
’p
G n
ƒo
g r
¿p
G
evet, hak hileye muhtaç değil; hakkı söylemekte hile
ve iğfal ihtimali yoktur. Hakikati gören bir nazar halkı iğ-
fal etmez, hilâf-ı hakikat söylemez, hayal ile hakikati
temyiz eder; aralarında iltibas olamaz.
Onuncu Reşha
Arkadaş!
o zat-ı mürşit, nev-i beşeri korkutmak için pek müthiş
hakikatlerden bahsediyor. Ve insanları tebşir için, kalb-
leri cezp ve akılları celp eden meselelerden haber veri-
yor.
Yahu! Hakaik ve garaibi keşif için insanlarda öyle bir
şevk, öyle bir merak vardır ki, garip bir hakikati keşif yo-
lunda canlarını, mallarını feda ediyorlar. Bu zatın (
AsM
)
keşif ve ihbar ettiği hakaika niçin ehemmiyet vermiyor-
lar? Hâlbuki, bütün enbiya ve evliya ve sıddıkîn gibi ehl-i
şuhut ve ashab-ı ihtisas, bilittifak o zatı tasdik etmiş ve
ediyorlar.
Bu zat (
AsM
), öyle bir sultanın şuunundan bahsediyor
ki, kamer onun mülkünde bir sinek gibidir. Acip hari-
kalardan bahsettiği gibi, pek müthiş infilâk ve inkılâp-
lardan da haber veriyor. Bakınız, o hutbe-i ezeliyede,
¢o
Vr
Qn
’r
G p
ân
dp
õr
do
R Gn
Pp
G
(3)
@ r
än
ôn
£n
Ør
fG o
ABÉ n
ª° s
ùdG Gn
Pp
G
(2)
@ r
än
Qu
ƒo
c¢o
ùr
ªs
°ûdG Gn
Pp
G
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ashab-ı ihtisas:
uzmanlaşmış kişi-
ler, uzmanlık sahipleri.
bilittifak:
ittifakla, beraberce, el-
birliğiyle.
celp:
çekme, çekiş, kendine çek-
mek.
cezp:
kendine doğru çekme, çekil-
me.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehl-i şuhut:
kâinatta tevhit delil-
lerini aynen seyreden, İlâhî ve gizli
sırlarını Hakkın izni ile gören şuhut
ehli, velî.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
evliya:
velîler, Allah dostları.
feda:
uğruna verme.
garaip:
tuhaf, şaşılacak, hayret
edilecek şeyler.
garip:
tuhaf, hayret verici.
hak:
doğru, gerçek, hakikat.
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
harika:
olağanüstü.
hâşâ:
asla, kat’iyen, öyle değil, Al-
lah göstermesin.
hilâf-ı hakikat:
gerçeğe ve haki-
kate zıt, aykırı.
hile:
aldatmaya yönelik düzen,
desise.
hutbe-i ezeliye:
ezelî hutbe,
Kur’ân-ı Kerîm.
iğfal:
yanıltma, gaflete düşürerek
kandırma, aldatma.
ihbar:
haber verme, bildirme.
ihtimal:
olabilirlik.
iltibas:
birbirine benzeyen yerleri
şaşırıp karıştırma.
imkân:
mümkün olma, olabilirlik.
infilâk:
patlama, şiddetli patlama.
inkılâp:
değişme, dönüşüm, kök-
lü değişme.
kamer:
ay.
keşif:
gizli bir şeyi bulma,
meydana çıkarma.
mesele:
konu.
miskal:
bir buçuk dirhemlik
ağırlık ölçüsü.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
nazar:
bakış.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
reşha:
sızıntı, damla.
sıddıkîn:
sıddıklar, doğru söz-
lü olanlar, samimiyetle iman
etmiş olan ve bunun gereğine
tam olarak uyanlar.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
şuun:
işler, fiiller.
tasdik:
bir şeyin veya kimse-
nin doğruluğuna kesin olarak
hükmetme.
tebşir:
müjde verme, müjde-
leme.
temyiz:
inceleyip seçme, ayır-
detme.
zat:
ululuk sahibi kişi, şahıs.
zat-ı mürşit:
irşat eden, doğ-
ru yolu gösteren zat, kişi.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
1.
O ancak kendisine vahyolunanı söyler. (Necm Suresi: 4).
2.
Güneş dürülüp toplandığında (Tekvir Suresi: 1)
3.
Gök yarıldığı zaman (İnfitar Suresi: 1)
r
eşhalar
| 48 | Mesnevî-i nuriye