Mesnevi-i Nuriye - page 65

Arkadaş! Bu sıfatları haiz, bu vazifeleri en mükemmel
görebilecek, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesse-
lâmdan başka, âlemde bir şahıs yoktur. en cami, en kâ-
mil, en fazıl o zattır. tam tamına teşhir, tebliğ, tarif, tav-
sif, izhar, ilân eden o zattır.
Aziz arkadaş! İman-ı billâh ile ahiret imanı arasındaki
telâzuma geldik. Hazır ol, dinle:
• Bir sultan, itaat edenlere mükâfat ve isyan edenlere
de mücazat etmezse, saltanatı inhidama yüz çevirir. Ve
keza, bir sultanın sağında lütuf ve merhamet ve solunda
kahır ve terbiye lâzımdır.
Mükâfat merhametin iktizası-
dır, terbiye de mücazatı ister. Mükâfat ve mücazat men-
zilleri ahirettir.
• Ve keza, yüksek bir hikmet ve adalet sahibi olan bir
sultan, saltanatının şanını kusurdan saklamak üzere,
kendisine iltica edenleri taltif ve hâkimiyetinin haşmetini
göstermek için, milletinin hukukunu muhafaza eder. Bu
cihetlerin mühim bir kısmı ahirette olur.
• Ve keza, lebalep dolu hazinelere malik ve sahavet-i
mutlakaya sahip olan bir sultan için, umumî ve daimî bir
dâr-ı ziyafet lâzımdır ve ayrı ayrı ihtiyaç sahiplerinin de-
vam ve bekalarını ister. Bu da ancak ahirette olur.
• Ve keza, bir cemal sahibi, daima hüsün ve cemalini
görmek ve göstermek ister. Bu ise, ahiretin vücudunu
ister. Çünkü, daimî bir cemal, zail ve muvakkat bir
müştaka razı olmaz. onun da devamını ister. Bu da
ahireti ister.
Mesnevî-i nuriye | 65 |
l
âsiYYemalar
isyan:
başkaldırma, itaatsizlik,
emre karşı gelme.
itaat:
söz dinleme, boyun eğme,
emre uygun hareket etme.
izhar:
ortaya koyma, açığa çıkar-
ma, gösterme.
kahır:
büyük eziyet, cefa, zulüm.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
lebalep:
ağzına kadar dopdolu,
dolmuş olarak.
lütuf:
güzellik, hoşluk, iyilik, ihsan.
malik:
sahip.
menzil:
yer, konak.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, esirgemek.
muhafaza:
koruma.
mücazat:
bir suça karşı verilen ce-
za.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mükâfat:
iyi bir iş veya hizmetten
dolayı verilen şey, ödül.
müştak:
arzulu, fazla istekli, işti-
yak gösteren.
sahavet-i mutlaka:
tam bir cö-
mertlik, sonsuz bir el açıklığı.
saltanat:
sultanlık, padişahlık, hü-
kümdarlık.
sultan:
padişah, hükümdar.
şan:
şöhret, ün.
taltif:
iltifat etme, gönül okşama;
rütbe, nişan, para, mevki vb. şey-
lerle mükâfatlandırma.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını içi-
ne alacak şekilde anlatma.
tavsif:
vasıflandırma, bir şeyin iç
yüzü ve özelliklerini anlatma.
tebliğ:
dinî bir emrin yaratılmışla-
ra duyurulması; peygamberlerin
Allah’ın emrini kullara bildirmeleri
ve hakka davet etmeleri.
telâzum:
birbirini gerektirme, bi-
rinin varlığının ötekini zorunlu kıl-
ması.
terbiye:
besleyip büyütme, yetiş-
tirme; eğitim; iyi ahlâk, saygı ve
edep öğrenme.
teşhir:
ilân etme, herkese duyur-
ma; sergileme.
umumî:
herkesle ilgili, genel.
vazife:
görev.
vücut:
var olma, varlık.
zail:
sone eren, yok olan.
zat:
kişi, şahıs.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilme-
si, düzenli ve dengeli oluş.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
âlem:
dünya, cihan; bütün ya-
ratılmışlar.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât
ve selâm onun üzerine olsun.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
beka:
bâkîlik, ebedîlik, son-
suzluk.
cami:
toplayan, içine alan,
kapsayan.
cemal:
güzellik, iç ve dış gü-
zelliği.
cihet:
yön.
daimî:
sürekli, devamlı.
dâr-ı ziyafet:
ziyafet yeri,
dünya.
fazıl:
faziletli, fazilet sahibi, er-
demli, faik, üstün.
haiz:
taşıyan.
hâkimiyet:
hâkim oluş, hük-
mediş, egemenlik.
haşmet:
ihtişam, heybet, bü-
yüklük.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
hüsün:
güzellik.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme.
ilân:
yayma, duyurma, bildir-
me.
iltica:
sığınma, güvenme, da-
yanma.
iman:
inanma, itikat.
iman-ı billâh:
Allah’a inanma,
Allah’ı, onun kâinatta tecelli
eden bütün sıfat ve isimleriy-
le beraber kabul ederek Ona
inanma.
inhidam:
çökme, yıkılma, ha-
rap olma.
1...,55,56,57,58,59,60,61,62,63,64 66,67,68,69,70,71,72,73,74,75,...528
Powered by FlippingBook