istiyor, beka istiyor, cennet istiyor. Hem mevcudat âyi-
nelerinde cemallerini gösteren bütün esma-i kudsiye-i
İlâhiye ile beraber istiyor, o esmadan şefaat talep ediyor,
görüyorsun.
eğer, ahiretin hesapsız esbab-ı mucibesi, delâil-i vücu-
du olmasa idi, yalnız şu zatın tek duası, baharımızın ica-
dı kadar Hâlık-ı rahîm’in kudretine hafif gelen şu
cennetin binasına sebebiyet verecekti. demek, nasıl ki,
o zatın risaleti, şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet
verdi,
(1)
n
?n
Ór
an
’r
G o
âr
?n
?n
N Én
ªn
d n
?n
’ r
ƒn
d n
?n
’ r
ƒn
d
sırrına mazhar ol-
du; onun gibi, ubudiyeti dahi öteki dâr-ı saadetin açılma-
sına sebebiyet verdi.
o
ôr
în
an
h p
ør
«n
fr
ƒn
µr
dG o
óu
«n
°S n
ƒo
g …/
òs
dG p
Ö«/
Ñn
?r
G n
?p
d'
P '
¤n
Y r
º u
?n
°Sn
h u
?°n
U -n
G
p
ør
«n
MÉn
æn
÷r
Gho
Pn
h p
ør
«n
Jn
OÉn
©°s
ùdG o
án
?«°/
Sn
hn
h p
ør
jn
QGs
ódG o
IÉn
«n
Mn
h p
ør
«n
ªn
dÉn
©r
dG
/
¬p
fGn
ƒr
Np
G = '
¤n
Yn
h n
Ú/
©n
ªr
Ln
G =/
¬p
Ñr
ën
°Un
h /
¬p
d'
G = '
¤n
Yn
h p
ør
«n
?n
?s
ãdG o
?ƒo
°Sn
Qn
h
(2)
n
Ú/
e'
G n
Ú/
?n
°Sr
ôo
Ÿr
Gn
h n
Ú
u
«p
Ñ s
ædG n
øp
e
Ve keza, bu âlemin geliş ve gidişatında ve bütün mah-
lûkatın bir hedefe sevkinde ve semavî, süflî bütün ecra-
mın bir kudrete bağlı ve musahhar olmasında pek büyük
bir saltanat eseri görünüyor. Ve bundan anlaşılıyor ki, bu
mevcudatta tasarruf eden sâniin azîm rububiyetinde ha-
rika bir saltanatı vardır.
Hâlbuki, bu dünya menzili tahavvülâta, zevale maruz-
dur. sanki misafirler için yapılmış bir handır ki, daima
dolup boşalıyor. ne kendisinin sabit bir şekli vardır ve
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âyine:
ayna.
azîm:
büyük, yüce, ulu.
cemal:
güzellik.
dâr-ı imtihan:
imtihan yeri.
dâr-ı saadet:
saadet, mutluluk ye-
ri, cennet.
delâil-i vücut:
var olma delilleri.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ecram:
kütleler, cansız cisimler;
gezegenler.
esbab-ı mucibe:
gerektiren se-
bepler.
esma:
adlar, isimler.
esma-i kudsiye-i ilâhiye:
Allah’ın
kutsal, mukaddes ve muazzez
isimleri.
gidişat:
olayların durumu, işlerin
gelişme biçimi, işlerin gidiş tarzı.
Hâlık-ı rahîm:
sonsuz merhamet
ve şefkat sahibi yaratıcı, Allah.
han:
yolcuların misafir olarak kal-
dığı yer.
harika:
olağanüstü.
hesapsız:
sınırsız, sonsuz.
icat:
vücuda getirilme, yoktan var
edilme.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah tara-
fından yaratılanlar.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri al-
tında bulunma.
mazhar:
bir şeyin çıktığı göründü-
ğü yer; nail olma, şereflenme.
menzil:
yer, konak.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
musahhar:
boyun eğen, emir al-
tına giren, istenilen hâle konul-
muş.
risalet:
elçilik, resullük, peygam-
ber olarak gönderilme.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde, her mahlûka
muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
onu terbiye etmesi ve idaresi al-
tında bulundurma vasfı.
sabit:
durağan, değişmeyen.
saltanat:
sultanlık, padişahlık, hü-
kümdarlık.
sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
sâni-i Âlem:
dünyayı sanatla ya-
ratan Allah.
sebebiyet:
sebep olma.
semavî:
semaya ait, gökten gelen.
sevk:
önüne katıp sürme, yö-
neltme.
sır:
gizli hakikat.
süflî:
aşağılık, bayağı, adî.
şefaat:
birinden başkasının
kusurlarının veya suçunun ba-
ğışlanmasını dileme.
tahavvülât:
tahavvüller, de-
ğişmeler.
talep:
isteme, dileme.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup
idare etme, mülkünü istediği
gibi kullanma.
ubudiyet:
kulluk.
zat:
ululuk sahibi kişi, şahıs
(asm).
zeval:
sona erme, yok olma,
ölme.
1.
Sen olmasaydın (yâ Muhammed), sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım! (Hadis-i Kudsî:
Keşfü’l-Hafa, 2:164, No: 2123.)
2.
Allah’ım, iki cihanın efendisi, iki âlemin medar-ı iftiharı, dünya ve ahiretin hayatı, iki cihan
saadetinin vesilesi, nübüvvet ve velâyet yönleri olan iki kanatlı ve cin ile insin peygamberi
olan şu Habibine, onun bütün Âl ve Ashabına ve enbiya ve mürselîn kardeşlerine salât ve
selâm eyle, âmin.
l
âsiYYemalar
| 72 | Mesnevî-i nuriye