Ve keza, Bu Âlemin Maliki, kendi kudretine pek kolay
ve pek ehven ve ibâdına fevkalâde mühim ve pek şedi-
dü’l-ihtiyaç olan haşrin tekrarbetekrar vaadinde bulun-
muştur. Malûmdur ki, hulfü’l-vaat, kudretin izzetine, ru-
bubiyetin merhametine zıttır. zira, vaadin hilâfını yap-
mak, cehlin veya aczin alâmetidir. Bu ise, kadîr-i Mut-
lak, Hakîm-i Mutlak olan zata muhaldir.
Maahaza, insanların haşri, nebatatın haşri gibidir. Bu-
nu gören, onu nasıl inkâr eder? Haşrin icadına olan vaa-
di ise, bütün enbiyanın tevatürüyle ve büyük insanların
icmaıyla sabit olduğu gibi, kur’ân-ı kerîm’in lisanıyla da
sabittir.
Ezcümle
:
p
¬«/
a n
Ör
jn
Qn
’ p
án
ª'
«p
?r
dG p
?r
ƒn
j '
‹p
G r
ºo
µ s
æ` n
©n
ªr
én
«n
d n
ƒo
g s
’p
G n
¬ '
dp
G B
'
’ *n
G
(1)
Ék
ãj/
ón
M $G n
øp
e o
¥n
ó°r
Un
G r
øn
en
h
olan ayet-i kerîme, büyük bir
şiddet ve kuvvetle haşrin icadına söz veriyor. Fakat, bazı
insan pek nankördür ki, bütün mevcudat, sıdkına ve hak
olduğuna delâlet ettiği o Malikü’l-Mülk’ün sözlerini tasdik
etmez, kendi hezeyanına ve ahmaklığına itimat eder.
Ve keza, bu âlemde, pek ihtişamlı bir rububiyet âsârı
ile şaşaalı bir saltanatın şuaları görünmektedir. evet, gö-
rüyoruz ki, koca arz, sekenesiyle beraber, ehlî, zelil, mu-
tî bir hayvan gibi, o rububiyetin emri altında beslenir.
güzde ölmesi, baharda dirilmesi ve bir Mevlevî gibi raks
ve hareketi ve sair bütün işleri o emre tâbi olduğu gibi,
şemsin de seyyaratıyla tanzim ve teshiri ve sair vazi-
yetleri o emre bağlıdır. Hâlbuki, azametli şu rububiyet-i
sermediye ve bu saltanat-ı ebediye şöyle zayıf, zail,
Mesnevî-i nuriye | 77 |
l
âsiYYemalar
me, verdiği sözü yerine getirme-
me.
ibâd:
abdler, kullar.
icma:
fikir birliği etme.
ihtişam:
muhteşemlik, şanlı görü-
nüş, büyük gösteriş.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
itimat:
dayanma, güvenme.
Kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye gü-
cü yeten sonsuz kudret sahibi, Al-
lah.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
maahaza:
bununla birlikte, böyle
olmakla beraber.
Malikü’l-Mülk:
mülkün maliki;
bütün mülklerin sahibi, her şeyin
maliki olan Allah.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
Mevlevî:
Mevlevîlik tarikatine
mensup kimse.
muhal:
imkânsız.
mutî:
itaat eden, boyun eğen.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
nebatat:
bitkiler.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde, her mahlûka
muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
onu terbiye etmesi ve idaresi al-
tında bulundurma vasfı.
rububiyet-i sermediye:
daimî
ilâhlık, rablık, sürekli hakîmiyet,
ebedî terbiye edicilik.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
saltanat-ı ebediye:
ebedî, daimî
ve sonsuz olan saltanat.
sekene:
sakin olanlar, ikamet
edenler, oturanlar.
seyyarat:
gezegenler.
sıdk:
doğruluk.
şaşaalı:
parlak, gösterişli.
şedidü’l-ihtiyaç:
ihtiyacın çok şid-
detli olması.
şems:
güneş.
şua:
ışın, bir ışık kaynağından uza-
nan ışık telleri.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden.
tanzim:
düzenleme, sıralama, ter-
tipleme.
tekrar be tekrar:
tekrar tekrar.
teshir:
cezbetme, kendine bağla-
ma, emri altına alma.
tevatür:
içinde yalan ihtimali bu-
lunmayan ve birbirlerine kuvvet
veren haberlerden oluşan büyük
bir topluluğa ait haber.
vaat:
söz verme, ahit.
vaziyet:
durum.
zail:
sona eren, yok olan.
zat:
azamet ve ululuk sahibi olan.
zelil:
hor, alçak, adî, bayağı.
alâmet:
belirti, işaret, iz.
âlem:
dünya, cihan; bütün ya-
ratılmışlar.
âsâr:
eserler.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın aye-
ti; azamet ve şerefi olan ayet.
azamet:
büyüklük.
cehil:
cahillik, bilgisizlik.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
ehlî:
yabanîlikten kurtulmuş,
insana bağlı ve hizmetkâr
olan; evcil.
ehven:
daha hafif; kolay.
enbiya:
nebîler, peygamber-
ler.
fevkalâde:
olağanüstü.
Hakîm-i Mutlak:
Sonsuz hik-
met sahibi ve her şeyi her
hangi bir kayda ve şarta bağlı
olmaksızın gayeli ve faydalı
yaratan Allah.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hezeyan:
saçmalama, abuk
sabuk konuşma, herze.
hilâf:
ters, karşı, zıt, aykırı.
hulfü’l-vaat:
sözünden dön-
1.
Allah Teâlâ ki, Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. And olsun ki, geleceğinden
şüphe olmayan kıyamet gününde O sizi kabirlerinizden toplayıp diriltecektir. Allah’tan daha
doğru sözlü kim vardır? (Nisâ Suresi: 87.)