bir hareketi ibadete çevirir ve gösteriş için yapılan bir iba-
deti günaha kalbeder. Maddiyata esbap hesabıyla bakılır-
sa cehalettir, Allah hesabıyla olursa marifet-i İlâhiyedir.
Birinci Kelâm:
»/
µp
dÉn
e o
âr
°ù n
d
u
Êp
G
Ben kendime malik
değilim.
Ancak, malikim, kâinatın malikidir. Fakat, ken-
dime malik nazarıyla bakıyorum ki, Malik-i Hakikî’nin sı-
fâtını ve sıfatların bir derece mahiyetini ve hududunu bi-
leyim. evet mevhum, mütenahi hududum ile, Malik-i
Hakikî’nin sıfatlarının bir cihette gayr-i mütenahi hudu-
dunu bildim.
İkinci Kelâm:
w
?n
M o
är
ƒn
ª r
dn
G
Ölüm haktır
. evet, bu hayat
ve bu beden şu azîm dünyaya direk olacak kabiliyette de-
ğildir. zira, onlar demir ve taştan değildir. Ancak et, kan
ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküp etmiş. kısa
bir zamanda tevafukları, içtimaları varsa da, iftirakları ve
dağılmaları her vakit melhuzdur.
Üçüncü Kelâm:
l
óp
MGn
h»
u
Hn
Q
Rabbim birdir
. evet, her-
kesin bütün saadetleri bir rabb-i rahîm’e olan teslimiye-
te bağlıdır. Aksi takdirde pek çok rablere muhtaç olur.
Çünkü, insan camiiyeti itibarıyla bütün eşyaya ihtiyacı ve
alâkası vardır. Ve her şeye karşı hissederek veya etme-
yerek, teessürü, elemleri vardır. Bu ise, tam cehennem
gibi bir hâlettir. Fakat, erbap tevehhüm edilen esbap
yed-i kudretine bir perde olan rabb-i Vahid’e teslimiyet,
firdevsî bir vaziyettir.
Mesnevî-i nuriye | 85 |
k
aTre
kimsenin yapamadığı, sadece Al-
lah’ın kudretinde olan bilgi.
melhuz:
hatıra gelen, umulan,
beklenen, muhtemel olan.
mevhum:
hakikatte olmayan, ve-
him ve hayal ürünü olan.
mütehalif:
birbirine uymayan, de-
ğişken.
nazar:
bakış, bakış açısı.
rab:
efendi, sahip, her şeyin mali-
ki, malik.
rabb-i rahîm:
şefkat ve merha-
met sahibi olan Cenab-ı Hak.
rabb-i vahid:
tek ve eşsiz olan
Allah, bir olan Allah.
saadet:
mutluluk.
sıfât:
vasıflar, nitelikler.
teessür:
kederlenme, üzülme, acı
duyma.
terekküp:
karışıp birleşme, birden
fazla şeyin birleşmesinden oluş-
ma.
teslimiyet:
teslim olma, teslim
oluş, boyun eğiş.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbi-
rine denk gelme.
tevehhüm:
vehimlenme, yok ola-
nı var zannetmekle ümitsizliğe ve
korkuya düşme.
vaziyet:
durum.
yed-i kudret:
kudret eli, her şeyi
tutan Allah’ın kudret eli.
aksi:
ters, zıt.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
azîm:
büyük.
camiiyet:
toplayıcı, ihtiva ve
ihata edicilik.
cehalet:
cahillik, ilimden yok-
sun olma, İlâhî hakikatlerden
habersiz olma.
cihet:
yön.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
erbap:
ehil, muktedir, becerik-
li, lâyık.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
firdevsî:
cennet bahçesinde
bulunuş hâli gibi.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, so-
nu olmayan, nihayetsiz.
hak:
doğru, gerçek, hakikat.
hâlet:
hal, durum.
hudut:
sınırlar.
ibadet:
kulluk; Allah’ın emrini
yerine getirme, yasaklarından
kaçınma uygulamaları.
içtima:
toplanma, bir araya
gelme.
iftirak:
ayrılma, dağılma.
itibarıyla:
yüzünden, dolayı-
sıyla, bakımından.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kelâm:
söz, lâfız.
maddiyat:
maddî ve cismanî
şeyler, gözle görülüp elle tu-
tulur cinsten şeyler.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
tabiatı, niteliği.
malik:
sahip.
Malik-i Hakikî:
her şeyin ha-
kikî sahibi ve maliki olan Al-
lah.
marifet-i ilâhîye:
Allah’a
mahsus ilim, İlâhî sanat; hiç