Dördüncü Nokta
: zîşuurda imanın meyvedar bir
ağaç gibi olduğunu; nasıl ki; semeredar bir ağacın
bâkî maliki olan zat, ağacın meyvesinin zevaliyle
müteessir olmayıp daimî meyvedar ağacına istinat
ve itimat ile müteselli olduğu gibi, iman-ı kâmil da-
hi, fânî vücudu, iman ile bâkî ve her türlü mahuf
şeylerden siperi ve umum arzu ve ümitlerine muvaf-
fak eder olduğunu telkin eder.
Beşinci Nokta
: nimet-i imanın ebeden hamd ve
senayı iltizam ettiğini ve ehl-i gaflet ise, bütün mev-
cudatı her an menfaat-i maddiyesini göremediği tak-
dirde düşman ve muzır tanıdığı kat’î ve hakikattir.
Çünkü, ehl-i gaflette ve ehl-i dalâlette cemî-i evkat-
ta rabıta-i iman olmadığından alâka-i uhuvvet yok-
tur. onların münasebetleri muvakkat olup hazır za-
mana münhasırdır. tûl-i müddet alâkaları hiç hük-
münde olup cüz’î bir infial ve hafif bir iğbirar, o
imansız alâka ve münasebeti silip zirüzeber eder.
ehl-i imanın ise,
(1)
l
I n
ƒr
Np
G n
¿ƒo
æp
er
D
ƒo
Ÿr
G Én
ªs
fp
G
sırrıyla, uhuvvet
ve vefaları daimîdir. Mebde-i maziden münteha-i
istikbale kadar imtidat ettiğinden nur-i imanın sa-
adet-i dâreyne vesile olması hasebiyle, mucib-i hamd
ve sena olduğunu muvazzahan ispat eder.
Altıncı Nokta
: nimet-i iman ile, dünya ve ahiret,
mütenevvi nimetlerle donanmış bir sofra gibi oldu-
ğunu; ve mü’min, imanla, zahirî ve bâtınî hasseleriy-
le o sofralardan istifade eder. Çünkü, iman sahibine
nispeten güneş, bu dünya hanesinde bir elektrik
Lem’aLar | 1087 |
f
iHriST
ispat etmek:
kanıtlamak.
istifade:
yarar, yararlanma; fayda,
faydalanma.
istinat:
dayanma.
mahuf:
korkulan.
malik:
sahip.
mebde-i mazi:
geçmişin başlan-
gıcı.
menfaat-i maddiye:
maddî fayda.
meyvedar:
meyveli.
mucib-i hamd ve sena:
Allah’a
şükretmeyi ve Onu övüp yücelt-
meyi gerektiren .
muvaffak:
başarılı.
muvakkat:
geçici.
muvazzahan:
açık olarak; açıkla-
narak, ayrıntılı bir şekilde anlatı-
larak.
muzır:
zararlı.
mü’min:
iman eden, Allah’a ina-
nan.
münasebet:
ilgi, alâka, yakınlık.
münhasır:
sadece bir şeye has kı-
lınmış, sınırlandırılmış.
münteha-i istikbal:
geleceğin
sonu.
müteessir olmak:
tesir altında
kalmak, etkilenmek, üzülmek.
mütenevvi:
çeşit çeşit, türlü türlü,
çeşitli.
müteselli:
teselli bulan, üzüntüsü
dağılan.
nimet:
Allah’ın verdiği hayırlı ve
faydalı şey, lütuf, ihsan; yiyecek
ve içecek.
nimet-i iman:
iman nimeti, inanç
nimeti.
nispeten:
göre.
nur-i iman:
imandan gelen nur,
aydınlık, ışık.
rabıta-i iman:
iman bağı.
saadet-i dâreyn:
iki dünya mut-
luluğu, dünya ve ahiret saadeti.
semeredar:
meyveli.
sena:
methetmek, övmek.
sır:
gizli hakikat; bir şeyin dikkat,
tecrübe, yetenek ve sezgi yardı-
mıyla kavranabilen en zor ve ince
yönü.
takdirde:
... durumda.
telkin:
zihinde yer etmesi için bir
fikri tekrar ederek aşılamak, öğüt
vermek.
tûl-i müddet:
uzun süre, uzun za-
man.
uhuvvet:
kardeşlik.
vefa:
dostluk ve sevginin gerek-
tirdiği davranışlarda devamlı olma.
vesile:
sebep, vasıta.
zahirî:
görünen, görünürdeki.
zeval:
sona erme, yok olma.
zirüzeber:
alt üst, darmadağınık.
zîşuur:
şuur sahibi, şuurlu; anla-
yışlı, bilinçli.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp sonsuza kadar
devam edecek olan ikinci ha-
yat.
alâka:
ilgi.
alâka-i uhuvvet:
kardeşlik
alâkası, ilgisi.
bâkî:
ebedî, sonsuz.
bâtınî:
görünmeyen, içte olan.
cemî-i evkat:
bütün vakitler,
bütün zamanlar.
cüz’î:
pek az.
daimî:
devamlı.
ebeden:
sonsuza kadar.
ehl-i dalâlet:
doğru ve hak
yoldan sapanlar.
ehl-i gaflet:
Allah’ı ve ahireti
unutanlar, nefsin arzularına
dalanlar.
ehl-i iman:
iman edenler, Al-
lah’a inananlar.
fânî:
geçici, son bulan, ölümlü.
hamd:
şükür, övme.
hasebiyle:
dolayı, gereğince.
hasse:
duygu, duyu.
iğbirar:
gücenme, kırılma, da-
rılma.
iltizam etmek:
gerektirmek;
gerekli görmek.
iman:
inanma, inanç, itikat.
iman-ı kâmil:
mükemmel
iman.
imtidat etme:
uzayıp gitme,
sürme.
infial:
gücenme, darılma, kı-
rılma; tepki.
1.
Ancak mü’minler kardeştirler. (Hucurat Suresi: 10.)