karşı, muntazam bir ordunun neferleri gibi, kâinat-
ta cereyan eden kudret-i İlâhiye ve hikmet-i sübha-
niye ile o emir ayn-ı kudret gibi cilveler olduğunu
müşahede ile tarif ve ispat edip; asrın akılsız, yular-
sız, gemsiz mahlûklarını gemleyip, kendi fenleriyle
kendilerini iskât eden ve insaf ve imana davet eden
kıymettar bir nüktedir.
Yİrmİ BİrİNCİ NüKte
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
650
risale-i nur Müellifinin ve şakirtlerinin başına ge-
len musibet, bir dest-i inayetle tanzim edildiğini (beş
manidar tevafukat-ı lâtife ile) ispat eder, gösterir.
Yİrmİ İKİNCİ NüKte
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
652
İki mühim ve herkese lüzumlu ve fıtratı bozulma-
mış her bir kalb-i selim ve vicdan sahibi, daima ken-
di âyine-i hayatında hissedip görebileceği nüktedir.
Birincisi:
Ahlâka dair olup, insanı
(1)
$G p
¥n
Ór
N n
Ép
H Gƒo
?s
? n
în
J
mealindeki hadis-i şerife maz-
har eder.
İkincisi:
@ p
¿
ho
óo
Ñr
©n
«p
d s
’p
G n
¢ùr
fp
’r
Gn
h s
øp
÷r
G o
âr
?n
?n
N Én
en
h
%G s
¿
p
G @ p
¿ƒo
ªp
©r
£o
j r
¿n
G o
ójp
Qo
G BÉn
en
h m
¥r
Rp
Q r
øp
e r
ºo
¡r
æp
e o
ójp
Qo
G BÉn
e
(2)
o
Ú/
àn
Ÿr
G p
Is
ƒo
?r
dGho
P o
¥Gs
Rs
ôdG n
ƒo
g
ayet-i kerîmesinin i’ca-
zından süzülen bir mana ile beşerin en büyük ve
f
iHriST
| 1080 | Lem’aLar
ahlâk:
huylar, seciyeler, insanın
yaratılışından gelen özellikler.
asır:
yüzyıl, çağ.
ayet-i kerîme:
kıymetli ve şerefli
ayet.
âyine-i hayat:
hayat aynası; ha-
yatın birçok gerçeği göstermesi.
ayn-ı kudret:
Allah’ın kudretin,
sonsuz güç ve kuvvetinin tâ ken-
disi.
beşer:
insan, insanlık.
cilve:
görünme, yansıma,
daima:
sürekli, her zaman.
dair:
ait, ilgili.
dest-i inayet:
yardım eli.
emir:
buyruk, komut.
fen:
ilim.
fıtrat:
yaratılış.
hadis-i şerif:
Peygamberimizin şe-
refli sözleri, emirleri.
hikmet-i Sübhaniye:
bütün kusur
ve noksanlardan uzak olan Al-
lah’ın hikmeti, her şeyi gayeli, fay-
dalı ve yerli yerinde yaratması.
i’caz:
mu’cizelik; taklidi mümkün
olmayacak derecede güzel ve
düzgün söz söyleme.
iman:
Allah’a ve diğer iman esas-
larına inanma.
insaf:
doğruları ve gerçekleri kabul
etme.
iskât etmek:
susturmak.
ispat etmek:
doğruyu delil göste-
rerek meydana koymak.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
kalb-i selim:
sağlam ve temiz gö-
nül.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kudret-i İlâhîye:
Allah’ın kudreti,
sonsuz güç ve kuvveti.
mahlûk:
yaratık.
mana:
anlam.
manidar:
manalı, anlamlı.
mazhar etmek:
kavuşturmak,
eriştirmek.
meal:
mana, anlam.
muntazam:
düzene girmiş,
düzenli, intizamlı.
musibet:
belâ, sıkıntı.
müellif:
telif eden, yazar.
mühim:
önemli.
müşahede:
görme, seyretme,
şahit olma.
nefer:
asker.
nükte:
ince manalı söz; ancak
dikkatle anlaşılabilen mana.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tanzim edilmek:
düzene ko-
nulmak, düzenlenmek.
tarif:
anlatma, tanıtma.
tevafukat-ı lâtife:
hoş ve gü-
zel denk gelmeler.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan ahlâkî duygu.
1.
Ahlâk-ı İlâhiye ile muttasıf olmak. (“Ahlâk-ı hasene, en büyük ahlâk-ı İlâhiyedendir.” (Tirmi-
zî, Birr: 55; Darimî, 2:232; Müsned, 3:5, 152, 158, 177, v.b. hadislerden müktebes.)
2.
Cinleri ve insanları ancak Bana iman ve ibadet etsinler diye yarattım. • Ben onlardan bir rı-
zık istemiyorum; Beni doyurmalarını da istemiyorum. • Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kud-
ret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır. (Zariyat Suresi: 56-58.)