¢n
ûr
în
J n
’
kelimeleriyle korkularını izale edip teşci et-
meleri, kur’ân hizmetkârlarına bir ikram-ı İlâhî ol-
duğunu gösterir.
Hem
(1)
r
Ün
ôr
¡n
J n
’n
h r
?p
Ñr
bn
Gn
h
fıkrasının yine evvelki fık-
ralar gibi muhatabı saidü’n-nursî olduğundan, “Yâ
saidü’n-nursî! karşıla, kaçma!” deyip teşci ediyor
gibi, aynı
(2)
…'
ôn
J r
Ün
ôr
?n
Y n
’n
h
fıkrasının hususî muha-
tabı o nursî olduğuna kuvvetli delil, Barla’da küçük
mescidinde otururken emsali görülmemiş bir akre-
bin bulunması ve ekseriya insan akreplerinin aynı
yılan ve akrep şeklinde maddî ve manevî ona görü-
lerek ziyade meşgul olmasıdır.
Ve
(3)
r
ân
ª n
¡r
ª n
¡p
H n
?r
«n
dp
G »/
Jr
Én
j l
ón
°Sn
G n
’n
h
fıkrası,
…/
O r
ô o
c Én
j
diye nida ettiği bir keramettir. İnsan şeklindeki ca-
navarların o nursî’nin ismini
…/
O r
ô o
c
diye çağıracak-
larına bir işaret olduğu gibi, bir canavar dağ başın-
da bir arkadaş gibi gelip musahabe şeklini göster-
mesiyle de bu fıkranın hususî muhatabı o nursî’dir.
(4)
m
ôn
ér
æn
N n
ør
©n
W n
’n
h m
?r
«n
°S r
øp
e ¢n
ûr
în
J n
’n
h
cümlesi beda-
het derecesinde risale-i nur Müellifini göstermesi,
son zamana kadar üzerinde taşıdığı hançerinin ka-
vim ve kabilesinin millî silâhı olan seyf ve hançeri
olduğu emmaresiyle de bu fıkrada muhatap o oldu-
ğunu ispat edip başında parmağını gösterir.
Lem’aLar | 1071 |
f
iHriST
muhatap:
kendisine hitap edilen,
söz söylenilen.
muhatap:
kendisine hitap edilen,
söz söylenilen.
musahabe:
karşılıklı konuşma,
sohbet.
müellif:
telif eden, yazar.
nida etmek:
seslenmek.
seyf:
kılıç.
teşci etmek:
cesaretlendirmek,
cesaret vermek.
ziyade:
fazla, çok.
bedahet:
açıklık.
ekseriya:
çoğunlukla, çoğu
kez; pek çok zaman, çok defa.
emare:
delil, işaret, belirti.
emsal:
benzer, eş.
evvelki:
önceki.
fıkra:
bölüm, kısım; paragraf.
hizmetkâr:
hizmetçi.
hususî:
özel.
ikram-ı İlâhî:
Allah’ın ikramı,
ihsanı.
ispat etmek:
doğruyu delil
göstererek meydana koymak.
kabile:
birlikte yaşayan, ko-
nup göçen, aynı sülâleden ge-
len insanlar.
kavim:
aralarında dil, âdet, örf,
kültür birliği olan insan toplu-
luğu.
keramet:
Allah’ın ihsanıyla ve-
lîlerin gösterdikleri olağanüstü
hâller.
maddî:
cismanî.
manevî:
maddî olmayan.
mescit:
Allah’a secde edilen
yer, namaz kılınan yer, cami.
meşgul olmak:
uğraşmak.
1.
Karşıla, kaçma!
2.
Ve ne de bir akrep görürsün.
3.
Ve arslan da gürleyerek sana gelmez.
4.
Ne kılıçtan ne de bir hançerin yaralamasından korkma!