ettirerek, büyük, gayet soğuk, sobasız bir koğuşta
hapsettiklerini ve bu hapiste inayet-i İlâhiye ile bir
hakikat inkişaf ederek, nurların hapishane dahilin-
de ve haricinde intişar ve fütuhatından dolayı binler-
ce şükrettiğini ve ruhuna, “sen onların zulmü yü-
zünden hem sevap, hem fânî saatlerini bâkîleştir-
meyi, hem manevî lezzetleri, hem vazife-i ilmiye ve
diniyeyi ihlâs ile yapmasını kazanıyorsun” diye ihtar
edilmesi üzerine, bütün kuvvetiyle “elhamdülillâh”
diye dua ettiğini gayet güzel beyan etmektedir.
Bu ricanın sonunda, risale-i nur talebeleri,
iman-ı tahkikî kuvvetiyle, bu vatanın her tarafında
anarşistliği durdurduğunu, umumî emniyeti ve asa-
yişi muhafaza ettiklerini ve yirmi senedir memleke-
tin her tarafındaki nur talebelerinin hiç birisinin
emniyeti ihlâle dair bir vukuatlarının bulunmadığını
ve hatta insaflı bir kısım zabıta memurlarının, “nur
talebeleri manevî bir zabıtadır, asayişi muhafazada
bize yardım ediyorlar, iman-ı tahkikî ile nuru oku-
yan her adamın kafasında bir yasakçı bırakıyorlar,
emniyeti temine çalışıyorlar” diye olan itiraflarını ve
türlü isnat ve iftiralarla, kur’ân ve iman nuruna sed
çekmek isteyenlere karşı, üstadımızın, “Yüz milyon
başların feda oldukları bir kudsî hakikate, başımız
dahi feda olsun. dünyayı başımıza ateş yapsanız,
hakikat-i kur’âniyeye feda olan başlar, zındıkaya
teslim-i silâh etmeyecek ve vazife-i kudsiyeden
Lem’aLar | 1065 |
f
iHriST
isnat:
dayandırma, bir şeyi bir
kimseye ait gösterme.
itiraf:
bir şeyi gizlemeyip söyle-
mek.
koğuş:
hapishane odası.
kudsî:
mukaddes, yüce, temiz.
manevî:
kalble, ruhla, hisle ilgili;
maddî olmayan.
muhafaza:
koruma.
muhafaza etmek:
korumak.
nur:
aydınlık, ışık.
rica:
istek, ümit.
set çekmek:
engel olmak.
sevap:
hayırlı bir işe karşılık Al-
lah’ın verdiği mükâfat, ödül.
şükür:
Allah’ın verdiği nimetlere
karşı memnunluğunu ifade et-
mek, minnet duymak, elhamdü-
lillâh demek.
temin:
sağlama; emniyet hissi
verme.
teslim-i silâh:
silâhı teslim etmek;
mücadeleden vazgeçmek.
umumî:
genel.
üstat:
bilgi ve tecrübe sahibi öğ-
retici, öğretmen; Said Nursî Haz-
retleri.
vazife-i ilmiye:
ilimle uğraşma,
hizmet etme görevi.
vazife-i kudsiye:
kutsal, yüce va-
zife.
vukuat:
vak’alar, hâdiseler, olay-
lar
zabıta:
şehir güvenliğini sağlayan
görevli.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işkence.
anarşist:
her türlü düzen ve
otoriteye karşı koyarak, karı-
şıklık tercih eden kimse.
asayiş:
güvenlik.
bâkî:
yok olmayan, sürekli ve
kalıcı olan, sonsuz.
beyan etmek:
açıklamak, an-
latmak.
dahil:
iç kısım, iç.
dair:
ait, ilgili.
elhamdülillâh:
her ne kadar
hamd ve şükür varsa hepsi Al-
lah’a mahsustur.
emniyet:
güvenlik.
fânî:
geçici.
feda:
uğruna verme, gözden
çıkarma, fakir.
fütuhat:
fetihler, zaferler.
gayet:
son derece, çok.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
hakikati; Kur’ân’ın ifade ettiği
hakikat.
hariç:
dış kısım, dış.
iftira:
birisini yapmadığı bir
şeyle haksız yere suçlamak.
ihlâl:
bozma.
ihlâs:
bir işi başka bir karşılık
beklemeksizin sadece Allah rı-
zası için yapmak.
ihtar:
hatırlatma, uyarma, dik-
kat çekme.
iman:
Allah’a ve diğer iman
esaslarına inanma, inanç.
iman-ı tahkikî:
imana dair
meseleleri inceleyip, araştırıp
delillerle inanmak.
inayet-i İlâhîye:
Allah’ın yar-
dımı.
inkişaf etmek:
açılmak, mey-
dana çıkmak.
insaflı:
doğruları ve gerçekleri
kabul eden; hakkı ve adaleti
düşünerek davranan.
intişar:
yayılma, dağılma.